30 Aralık 2010 Perşembe

Muhasebemsi

Muhasebeden anlamam ama yılsonlarında adettendir diye yapıyorum:


Sayfayı ikiye böldüm: gelirler, giderler...
Sonra 2010'u gözden geçirdim.


Gelirler tarafı: 2010'da halamgil gelirlerdi. Kayınbilader gelirdi. Yengemin yeğeni gelirdi. Yemek sepetinden yemek gelirdi.
Giderler tarafı: Halamgil gibi hepsi geri giderdi. Bir de yangın olunca 1. çoğul şahıslar yangına giderdi.


2011'de henüz gelen yok, ama kesin gidecekler var. Ömürden gidecek mesela.




Diptoplam:


2011'in "gideri var"!

29 Aralık 2010 Çarşamba

7 KaranFilTeke Gül’e’ç’engelli İğne



En çok da şehirlerarası mola yerlerinde, en çok da 7 Karanfil’den çalınan; enstrümantal türküleri dinlerkenki gibi mütereddit hissederim kendimi bazen.  

Aslında sevdiğin bir türküdür
Yapan belki iyi niyetle yapmış
Hatta güzel de çalmıştır
Ama dinleten fon olarak kullanıyor

Alttaki fonun üstüne konuşan Nebil Özgentürk olsa neyse
Otobüsün mola süresinin dolduğunu, sana söylüyor niyeyse

Ya henüz varmamışsın
Ya yeni ayrılmışsın
Ortada ya da ortalık bir yerde

Oysa Kubat adam akıllı söylese, adam akıllı biliriz, neşeyse de, hüzünse de.

27 Aralık 2010 Pazartesi

BEŞ BEŞ 10

Emekli Sandığı’mız, daha fazla Bağ-Kur’muş aslında hayatla… Asgari ücreti Sigortalı, üstüne kayıt dışı kalmış çoğu da.
“Asgari geçim, indirimi”  takip edince daha kolay sağlanır. Genel Sağlık olsun da “Özel Hasta ne” ki?
Çalışanlar ayağını sürüyerek giderken işe, emekliler çoktan uyanmış şevkle yürüyorlar her sabah… Çalışmayanın tembellik yapma şansı yok tabi!
Çalışma hakkı anayasal, angarya anayasak, peki tembellik ne olacak?

26 Aralık 2010 Pazar

Devam filmi

İlki tuttuğundan da çekilmiş olabilir, "tamam, bu sefer olacak" ümidiyle de…
"İlki tuttuk" diyen varsa çıksın bir adım öne!

Eskiden söylediğimiz bir şarkıyı paylaştık, çok güzel söylemişsin, bence devam etmelisin dediler,

Eskiden yazdıklarımızı okuyanlar ha keza…

Ben kimseye "gençken iyiymişsin; bence genç kalmaya devam etmelisin" demiyorum oysa.

Değişmeyen tek şey değişimin kendisiyken, öylece kalan tek şey, öylece duranın durumu değil… Var elbet değişiklikler…. Gün olup, büyüyünce pilot olacam diyen yanımla; gün olup, unu eleyip eleği astığını sanan yanlarım öylece duruyor ama.
Keyiflerimi hesaplıca kullanıyorum örneğin artık: haftasonu kahvaltısından önce sigara içiyorum… böylece, sonrasında içeceğim sigaranın hevesiyle canım kahvaltıyı aceleye getirmiyorum. Zaaflarımı da, keyfin hesabı diye yutturuyorum kendime.

Sirke, ılık su, bal içiyorum sabahları. Böylece kayısı gibi sıçabiliyor, hiç ölmeyecekmiş gibi öbür dünya için çalışabiliyorum. Bu dünya için hala yarın ölecekmiş gibi çalışıyorum fakat. Başka ne katmam lazım acaba muhteşem iksire?

Olympos’u ilk defa "Olympos da bozuldu" diye duyanlardanım, facebook üyeliğim "facebook da amele doldu" denildiği günlerin hemen akabine denk geliyor… Ama İzmir’i yakaladım, son vagonla! Ben geldim, ondan sonra dediler, "İzmir sümüklü bir çocuk gibi" diye.
Bu İzmir’in yavaşlığından mı, yoksa benim gelişen kamplumbağa hızımdan mı bilmiyorum… Bir gelişme var fakat bu geliş.

Kilo mesela; ben kiloyu aynı yaş gibi, yaşadıkça artan ve önüne geçilmez bir hayat gerçeği sanırdım. Şimdi kilo vermeye başladım. (Yoksa belli bir yaştan sonra insan çocuklaşıyor çağına mı geldim lan? Tırstım bak şindi!)

Baba olmaycağım örneğin, toprak olmanın ne garip olması bununla ilgisiz anne.

Mercedes alma hayalimin yerini tutmadı BMW alma ihtmalim. Ve bu, bu iki marka arasındaki ezeli rekabetten kaynaklanmıyor. Ezel’i izlemedim ama estetik yaptırmaktan da alıkoymadım kendimi. Sesimden tanıyorlar galiba artık beni, görünce tanıyanlar.

Ben de hatırlıyorum bir yerlerden: altın semer vurulmuş bu eşşeği.

22 Aralık 2010 Çarşamba

Keyfî Şiir

Boz dağların üstünden parıldıyor güneş
Martılar uğurluyor vapurlardaki işçileri
Ve dahi memurları
Balıkçı mı midyeci mi şu teknedeki
Güzel bir gün, belli
Ya da bu bir Cengiz Aladağ şiiri

10 Aralık 2010 Cuma

hemzemin, hem değil!

Ben henüz ortaokula giderken fark etmiştim şunu:


Bizim okulun forması yoktu. Herhangi bir kravat, herhangi bir gömlek, ceket, pantolon yeterli oluyordu.
Haliyle ilkokuldan yeni çıkmış benim de kravatı yoktu. Saldır babanın gardırobuna…
Renkli bir kravatı vardı babamım. Pek  sever, çok takardım onu. Kravatın içinde de mavi renkler olduğundan, hep mavi gömlekle takardım.
Kravatın içinde gri rengin de olduğunu, babam kravatı gri bir gömlekle taktığında fark ettim.
Meğer kravatın içinde daha ne renkler varmış… Ama zemin ne renkse, kravat o rengini belli ediyormuş…