Andropozdan olduğunu sanmıyorum, zira uzun zamandır vardı bir küpe hevesim. (Görece sonradan peyda olan dövme hevesi ondandır belki, ona söz veremem. )
***
Sokağa çıkma yasakları bitip de henüz diğer yasakların bitmediği dönemde Yedi Uyurlar gibi bambaşka bir dünyaya uyanmıştım.
Dede Bar'a sadece müzik dinlemeye giderdim. Mümkünse yalnız giderdim. Mümkünse kimseyle muhatap olmadan müziği dinlemek isterdim. Oysa şimdi Dede Bar'ın sadece müziği yoktu. Ki öncesinde benim için başka hiç bir şeyi yoktu! Oradaydım ama yine de.. Üstelik eskisinden daha sık galiba.
Herkes bu "abisini" tanıyordu ama ben kimseyi tanımıyordum.
Benim için müziğinden başka şeyi olmayan müziksiz mekanın önünde buluşmaya başlamıştı insanlar, virüsün bir yakınından değil de elden birinden bulaştığına inanıp da oradaki herkesi yakını görmeye başladıkça.
Ben "abileri" olarak onları kardeş olarak değil arkadaş olarak görmeye direniyordum. (Kardeşim Okşan'a karşı da vermiştim o mücadeleyi ama artık büyümüştüm, yeniden deneyebilirdim.)
Kulağı deliksiz, bedeni dövmesiz, sabit gelirli beyaz bir Türk olarak, sofralarında bana yer açan insanların sabrını daha fazla zorlamak zorluyordu beni.
Bir sarhoş nidası olan "Öpüjem"i der gibi, hadi benim kulağı deldirek demeye başlamıştım yeni kankalarıma, o saate kulak delen yer kalmamış olacağına güvenerek. O saatte de açık yerler olacağını bilemeyecek kadar uzaktım mevzuya. Sağ olsunlar demediler onlar da ilk günden, kulak delinen yerlerin 17:30'da kapanan devlet daireleri olmadığını.
O goygoy muhabbetlerinden anlamıştım: kulak deldirmek can yakmayan, ucuz bir işlemdi. Ama anlamak ile tecrübe birbirine eşit değildi.
O gün geldi çattı.
O günü de az bi açam, zira ilerim olursa ileride atıf yaparım muhtemelen bu mevzuya:
Blog'un yıllar önceki bazı yazılarında Sinem olarak anılan kişi, uzun yıllar önce evli olduğum kişidir. Kendisi ile yaklaşık iki yıldır hukuki kılıf içinde bir kavgaya giriştim. Sanırım hayatımdaki ilk kavgam bu. Çocukken bir dayak yemiştim ama bir kavgaya girmediğim içindi o. Çok yordu bu kavga beni. Az daha yorsa kavgaya girdiğime pişman olacağım. O derece...
Neyse işte, az bi açılan bu ikincil konu esasen bir parantezin içinde kalması gerektiğini bilsin.. O kavgada yemeye hazırlıklı olduğum yumruklardan birisini vakitsiz yemiştim.
Gün o, yukarıda bahsi geçen parantez içinde olması gereken gün idi işte.
Yine düşmüştük müziksiz Dede'nin önüne. Promilimi yanıma alıp gelmiştim. Hadi gidek dedim..
Artık kulak delicilerin o saatte de açık olduğunu bildiğimi bilerek bunu söylüyor olmam ciddiye alınmıştı ki ciddiydim gerçekten.
Sadece üç beş dakika içinde kulağımı delmişlerdi. Sadece 70-80 lira gibi bir paraya. Tuvalete gidenlerden daha kısa bir sürede yıllarca yaptıramadığım şeyi yaptırmış olarak dönmüştüm masaya.
Deliğin kapanmaması gerekiyordu; kulağıma küpe olmuştu bu söz.
İşimde gücümde buna engel olacak bir gündem olmaz diye umarak devam ettim hayatıma biraz.
2-3 gün yetecekti. 8-10 gün sonra çıkarmak zorunda kaldım ilk kez. Takamadım geri. Bir küpeciye gittim, o da takamadı. Oradan başka bir küpe daha aldım, onu da takamadılar. Geri ilk delişi yapan yere gittim...
Sonraki çıkarmak zorunda kalışlarımda da yeni küpeler aldım, aynı şeyler oldu falan. (Zorunda kalışlarım ne kadar zorunluluk, o topa giremeyeceğim şimdi, kusura bakmayın lütfen.)
Birkaç gün önce kapanmaz olmuştur artık dedim yaram ve çıkardım küpeyi. Takamadım yine geri. Birkaç küpeciye gittim yaramı kapatmasın, kapanmamış olduğunu tescillesin diye...
Sonuncusu "abi çok şanslı insansın, senin yaraların çabuk iyileşir" dedi. Kapanmaya yakın bu, biraz uğraşmak lazım küpeyi geçirmek için dedi.
O sırada bir çocuk geldi, kulağını deldirdi. 1 dakika bile sürmemişti.
Benim kulağa da yeni delik delsek olur mu dedim. Olur ama istediğin küpe olmaz dedi, tabancaya takılan küpe olur sadece dedi. Benim istediğim küpe yoktu ki zaten. Yaram iyileşmesin, yeniden o gaza gelmeye uğraşmayayım istiyordum sadece.
10—15 saniye sonra yeni bir delik açılmıştı kulağıma ve yeni bir küpe takılmıştı. Borcum nedir dedim, 10 TL dedi...
Bunun için mi bu delik kapanmasın diye telaş yaptım ben günlerdir diyemedim...
*****
Kuzenim Çağlar, sanırım sevmesem de olabileceğini bildiğim halde sevdiğim ilk insandır. Ondan mütevellit, kendi başıma gelmediği halde bir acıyı hissetmeyi de ilk onunla tecrübe etmiştim. Çağlar benim gibi bir çocukken annesi ölmüştü. İnsanın annesinin ölmesi nedir, hâlâ en ufak bir fikrim yok. Ama çok üzülmüştüm o zaman. Üzülmek ne ki, teselli etmeye bile kalkmıştım Çağlar'ı.
--
Birkaç yıl önce Çağlar'ın annesi Hikmet yengemin olduğu bir videoyu izletti Çağlar bana. Onun eline de yenilerde geçmişti video o günlerde. Sesini neyse de yüzünü nasıl da unuttuğumu fark ettim yengemin utanarak. Meğer Çağlar da hissetmiş benzer bir şeyi. O vesileyle anlattı bana:
Annesinin cenazesinde bir kadın Çağlar'a "Allah acını unutturmasın" demiş. Çağlar da uzun süre anlamamış bunun bir beddua değil, iyi dilek olduğunu. Annesini rüyasında görememeye başlayıncaya kadar.
***
Ben ki en sevdiği şarkı sözlerinden birisi "acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir" olan biriyim. Pek bir küpe oldu kulağıma Allah acını unutturmasın sözü de haliyle...
***
Valla kusura bakmayın da...
Şöyle sikindirik bir tüme vardım ben bugün tüm bunlardan:
Kulak dediğin şey pıt diye deliniveriyormuş...
Her kalıcı iz için de o kadar, ya da sandığın kadar acı çekmek şart değilmiş.
İz bırakmak isteyen Allah acı çektirmeden de şaapabiliyor.
***
Biten aşklara sahip çıkmak da o insan için çektiğin acıları anmak gibi değil mi Mihriban? Ayrılıktan zor bellemedik ya ölümü...
***
Belki yeni eski aşklar da olur pıt diye, o kadar da acı çekmeden... Hı?
***
“Müsabaka“ ne ayrıca, yakışıyor mu küpeli bir insana öyle başlık?