Yenemedim, çünkü savaşmadık. Bir bıçak soktu bana, kaçtı gitti. Yüzünü bile görmedim. Giderken neler aldı tam da bilmiyorum.
Ben zaten bugüne kadar kimseyle savaşmadım. Kimseyle kavga etmedim. Orta okuldayken koluma "'mınçıka" ile vurup kaçmıştı bir çocuk sadece, onun "hoşlandığı kız“ benimle "konuştuğum kız" oldu diye.Eski karımla davalarımız var tabi asıl bir de. Patoloji sonuçlarıma hastanede değil de adliyede bakılsa, illiyet bağı kurulurdu belki de aralarında.
Neyse işte kanseri yenemedim neticede. O beni öldürmek istememiş. Vermek istediği kadar zararı verdi, gitti.
Bu blogun son yazılarından birini ilk stüdyo kaydı şarkılarımın yayınından duyduğum heyacanı, mutluluğu unutmayayım diye yazmıştım. Bu yazıyı niye yazıyorum, şu anda bilmiyorum. Kaç cümle sonra bitecek, nereye bağlanacak hiç bir fikrim yok. Ama yazmak istedim. Hatta istek de değil belki, öyle gerektiğini hissettim.
6 Mayıs 2022 cuma günüydü. Adana'dan İzmir'e geliyordum. Birkaç sene aradan sonra arabam olmuştu. Üstelik son zamanlarda almayı düşündüğüm arabalardan epey iyiydi. Sen bu ev sahibi olma işini de kafana takma diye oturduğu evin tapusunu da üstüme yapmıştı ailem. "Siz bana kaç yıl hediye ettiniz biliyor musunuz, ben bunları almak için ömrümün kaç yılını harcamak zorunda kalacaktım kim bilir" diyerek teşekkür etmiştim onlara... Arabamın direksiyonunda ben, bagajındaki çantada da tapum vardı. Bunlar yetişkin olduğumdan beri toplumun yapmam gerektiği konusunda beni ikna ettiği, benim de bir şekilde yapamadığım işlerdi. Bir mucize olmuştu ve bir anda aradan çıkmışlardı. Artık beni ikna eden o toplumun hiç bir ferdi, daha evin, araban bile yok böyle her akşam dışarılarda gezme diyemeyecekti. Beter olsunlardı.
Yetişkin beyaz yakalı adamın aradan çıkardığı sorunun değil, 14-15 yaşlarındaki delikanlı Uygar'ın o an gerçekleşen hayalinin heyecanındaydım asıl ben: teyipte sevdiğim kadının benim için doldurduğu "karışık kaset" çalıyordu.
Son şarkısı, benim Darmadağın şarkım olan bir spotfy listesi yapmıştı yol boyunca dinleyeyim diye bana bir kadın. Benim için en özel hediyeydi bu. Şimdiye kadar yapmamış olanlara verdiğim değere acıdım bak şimdi. O gün nereden baksan 12 günlük falan sevgiliydik. Bunun 10 günü ayrı geçmişti ama neticede 12 gün olmuştu bile. En son ne zaman mutluluktan ağladığımı hatırlamaya çalıştım yüzümdeki ıslaklığı fark eder etmez, yetmedi hafızam. Arayıp şunları dedim: "Ya bu Allah beni başkasıyla karıştırıyor, ya da çok şahane bir nazar gelecek..“
Ne kadar heyecanlandığımı anlatmaya utandım bak şimdi de. Bu kadarı anlatır ya da hatırlatır belki.. Yetsin.
10 Mayıs salı günü, Raziye'nin ısrarıyla aldığımız check-up randevumuz vardı.
Ultrasound'da bir şeyler görmüşler..
MR çektir dediler. Çok oralı olmadım.
13 Mayıs cuma akşamı idi, ilhan'la Kemal'in yerinde otururken MR sonucu geldi. PET çekti̇r yazıyordu sonunda. Onu okuyunca işlerin kötüye gittiğini anladım. İlhan'ın yüzüne bakınca emin oldum.
Kanser olduğumu, yani kötü olduğumu ama ne kadar kötü olduğumun henüz belli olmadığını anlamıştım bu olanlardan. Ailene söylemelisin bunu dedi ilhan. Ben Okşan'a söyledim, o ablama söylemiş...
Meyhanede ağlayarak biraz daha rakı içtim. Sonra biraz da barda ağlayarak bira içtim. Yok yok, biraz değil, epey içtim. Yıllar yıllar sonra ilk defa bir de sigara içtim.
Ertesi gün doktorla görüştüğümde bunlardan ölmezsin dedi. Fakat ben doktordan eve geldiğimde zihnimde vasiyet düzenliyordum. "Müzik setini Merdo'ya vereyim, çağlamayı Umut'a.. Fötrleri de Bülent abiye bırakırım, o önce gitse bana bırakacaktı zira..." Sonra güldüm kendime, çulsuz halimle bile kaç dakika sürmüştü bu iş. Yarın ölecek değildim ya üstelik. Daha bana da lazım olacak bunlar diye kapattım bu faslı. Sonra saçlarım döküldüğünde şapka ve gözlüğü zaten kullanıyor olmam avantajlı olacak diye bir güzel teselli ettim kendimi. İyi ki çocuğum yok, iyi ki yemiş içmiş gezmişim falan diye kendimi gazlarken konuştukça sıkıldım mı, aydınlandım mı ne oldu.. Bırak Uygar akışa, zaten müdahale etme şansın yok dedim. Evi topladım, çarşafı, nevresimi değiştirdim, attım kendimi dışarı. Öylece kapandı konu. Ölüm cebimdeydi. Gerisi vız gelirdi.
Sonrası harala gürele.. iki gün şeker yeme, pet'e gir, 3 gün içki içme kolonoskopiye gir, onun sonucunu bekle, anneme nasıl söylenecek, babam duysa ne yapar derken 2 hafta sonra, 24 Mayıs'ta ameliyat olmuştum bile.
"Böbreği tamamen aldık" dediklerini duymuştum, uyanmamdan kaç saat ya da dakika öncesiydi, hatta rüya mıydı bilmiyorum. Bacağı kesilen Nesilcan geldi aklıma o anda. (ismi değil ama, onu günlerce sonra hatırladım.) Acaba nasıl uyanacaktım. Bir tarafım çukur mu olacaktı, ne hissedecektim.. Bunları merak etmem gerekiyordu muhtemelen. Etmiyordum. Aynaya ilk baktığımda karnımdaki yarık tahiminimin 3 katı falan çıktı. 3 saniye sürdü şaşkınlığım. Ve sadece şaşkınlık hissettim. "Karnıyarık ne acımasız bir isimmiş, ben artık imambayıldıcı olacağım" diye kendime yaptığım telkinler çok daha uzun sürdü.
Hızlı bir iyileşme süreci oldu. Şu maymundan insana geçişi gösteren bir görsel var ya, o hızda kamburluğum geçti ve normal yürümeye başladım birkaç gün içinde.
Karnını açtık aynen geri kapattık deseler inanırım. Öyle tuhaf bir hissizlik var.
Hani bir sürü şey keşfedip, hayatları değişenler oluyor ya. Ben o kadar da şey keşfetmedim sanki. Eski hatalarımın çoğunu gene olsa gene yapmamayı başaramam galiba.
Çoğu şey zaten bildiğim, ama bu kadar hissetmediğim şeylerdi.
Bir sürü gelenler, arayanlar oldu.. Sevildiğini görmek güzeldi mesela. Ama annemi daha çok seven vardı, onun telefonu hiç susmuyordu. Annenin öyle sevildiğini görmek çok şahane değildi o an.
Kanser olmak, aklıma gelmeyenin başıma gelmesi değildi. Çok gelirdi aklıma, çok korkardım. 2016 yılındaki bir Facebook paylaşımımda, "ölmekten değil ama kanser olmaktan korkuyorum" yazmışım hatta. Zaten bildiğim olmayan, ilk kez yüzleştigim en önemli şey ise bu olmuştu işte: O kadar korkacak bir şey yoktu. Oyun bitiyordu. Zor olanı sevenlerin yaşıyordu. Buna da yapabileceğin hiçbir şey yoktu. Çaresizliğin de bir çeşit özgürlük olduğunu gördüm.
Geçmiş olsun demek, o anında insanların yanında mümkünse fiziken durmak çok kıymetli imiş. Bunu da biliyordum mesela, ama böylesine hissetmemiştim. Gelebileceği halde gelmeyen, daha sık, daha sıcak bir şekilde arayabilecekken aramayanlar oldu. Onların bana diğerlerine göre daha az kıymet verdiğini düşünmedim hiç. Onların adına üzüldüm, bu bilgiden, görgüden yoksun oldukları için. Yok yok onlar adına değil, kendi adıma üzüldüm gene. Bilselerdi de böyle yapmasalardı.
Bir de şu oldu zaten bilip bu kadar hissetmediğim: ayrılıktan zor bellememek gerekiyormuş gerçekten ölümü.