31 Ekim 2011 Pazartesi

Acı çekmek özgürlükse, tutsağız kimimiz de...

99 depreminden benim çıkardığım sonuç, "deprem değil, bina öldürür" olmadı.
Ben o depremi "izlerken" şunu farkettim ve bir tek o kazındı aklıma:

"Bazen acı çekmek de lüks olabilirmiş."

Ölen evladına mı, karısına, anasına, babasına mı yansın?
Bundan sonra ne iş yapacağını mı, nerede yaşayacağını mı kara kara düşünsün?
Enkazdan sağ çıkan kızına mı mutlu olsun?
O kızını nasıl bir hayat beklediğini, ona nasıl bakacağını düşünüp, az sonra meme istediğinde ne yapacağının kaygısını mı çeksin?
Hala yaşadığına inandığı oğlu kurtarılsın diye mi çırpınsın?

O haldeki bir insan ne hisseder ki diye düşündüğümde, bazı ölümlere üzülebilmenin bile lüks olabileceğiyle yüzleşmiştim.

...

Van depreminde ise, üzülebilmeye imrendim. Televizyonda haber izlerken zaten dirilenden haberdar olmuyorduk ki hiç. Hep birileri ölüyor haberlerde. Ve ölenlerinin sayısının çok olması, bende bir şey ifade etmiyor. Ben hiç çekmediğimden, hep böyle faraziyeler üzerine konuşuyorum ama: benim babam ölse, o anda on kişinin daha babasının ölmüş olması nesini değiştirirdi ki benim acımın?

Beni zaten ölüm haberi, görüntüsü değil; ölümün acısının haberi, görüntüsü mahvetmştir hep.

Ve ilk defa ölüm acısıyla ağlıyor olmayanın resmi ağlattı beni hüngür hüngür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder