16 Şubat 2021 Salı

1 kitap okudum, hayatım değişti!

Kendi hayatıma dair sebep sonuç ilişkilerini çözemediğim tek değilse de en önemli meselelerden biri sigara meselesiydi.


Sanırım o zaman da kısmen farkındaydım, şimdi eminim: annemle ilgiliydi sadece. Şundan emin değilim ama: belki de hala öyle.

Ben epey başlarda kabullenmiştim, annemin sigara ile ilgili saplantısı bir mutasyonla bende de devam ediyordu. Oysa annem sigaraya bilimsel saiklerle karşı çıktığını sanıyor hâlâ.

İlk mağdur babamdı. Babam mağduriyetinin sebebine bir isim aramış mıdır bilmiyorum. Arasa baskı derdi olsa olsa. Bizim hanım sıyırmış kafayı demezdi.
Babam annemden gizli sigara içerdi.
Ben de babamı annemden gizli bir şeyler yaparken gördüğümde bir günaha tanıklık ediyor gibi olurdum.

Kardeşim Okşan'ı sigara içerken ilk gördüğümde bir tokat atmıştım ona. Eşek kadardım ha. Olur öyle şeyler o zamanlar denecek yaşta falan değil. Öyle bir hastalıklı durum.

Buraya içini birazdan dolduracağım bir parantez açıp kapatayım.

Sonraları ben de başladım sigaraya. Sigaranın nasıl da bırakılabilir bir şey olduğunu gösterecektim insanlara. Her bırakabildiğimde henüz başlayamamış olduğumu düşünüyordum. Sonunda bırakamayacak kadar başlayabilmiştim.

Sigara içmiyor olsaydım muhtemelen şimdi Adana'da yaşıyor olurdum. Sigarayı bırakamayacaktım, annemden gizli sigara içmeyi de o yaştaki kendime yediremezdim. Buldum gurbette bir ekmek kendime, sigara altı yapacak.

O zamanlardan yıllar sonra, şimdilerden de yıllar önce sigarayı bıraktım. Annem bana bizim bütçeler için adına harçlık denemeyecek miktarda yüklü bir para verdi sigarayı bıraktığımı duyunca. Hem ödül olarak, hem de teminat olarak. Geri başlarsan iki katını alırım dedi. :)

İlk kahvaltıdan sonra sigara içmeyip ikincide içmeyince, ilk kahvenin, ilk rakının yanında, ilk keyfin, ilk öfkenin sonrasında içmeyip ikincilerinde de içmeyince sigarayı bırakmış oluyorsun.

Neyse işte, deminki parantezin boş içini doldurmaya döneyim.

Üniversitedeki kız arkadaşım da sigaraya başlamıştı. Lambadan Alaaddin'in cininin çıkmasını ve ondan üç defa onun sigara içmemesini dilemeyi istiyordum. Şimdiki aklım olsa, cine "annemi sen kurtar, ben kendimi kurtarırım bu saplantıdan" derdim. Ama ne lamba, ne de cin vardı işte...

Ben o Alaaddin'in cinini bulamayınca kuzenim Çağlar beni psikolog Kadir'e götürdü. Hani şu ece ajandasını veren Çağla vardı ya (yazıları okumayanları böyle de yoklarım bak!) onun kocası işte.

Kadir bana dedi ki, Doğan Cüceloğlu  diye bir adam var. Onun Savaşçı kitabını al oku.
Ben o kitabı okuyunca hayatım değişti.
Belki başka kitap okusam gene değişirdi ama ben onu okumuştum işte. Artık entellektüel bir adamdım(!) Sigara meselesi hallolmamıştı ama en azından bu konuda farkındalığım vardı.
Okuduğun şey hayatını değiştirmiyorsa hiç okuma arkadaş. Hayatının değişmesi için de bir kitap okuman gerekiyordu, duymuştum. Ben de okumuştum işte.

Yıllar sonra bir kitap daha okudum. Hayatım geri değişti. Eski haline döndü.

Ben Savaşçı'yı üniversitede okumuştum, sonrasında okuduğum kitabı Mış Gibi Yaşamlar'ı avukat olduğumda okudum. Savaşçı'daki kahraman Arif Bey'in hayal mahsulü olduğunu ikinci kitapta fark etmiştim.  Sonra da mail atmıştım, kendimi mal gibi hissettim, ayıp olmuyor mu minvalinde... Cevap vermişti: o kadar da gerizekalı okuyucularımızın olacağını düşünmemiş olmamız hata, haklısınız manasına gelecek şekilde.

Doğan Cüceloğlu ölmüş bugün. Ölümü annesinin yokluğu ile anlattığı bir videosuyla uğurluyor herkes onu.

Alırım bir dal. 

20 Ocak 2021 Çarşamba

Seni pişirmek güzel şey, ümitli şey...

"Ben artık ekmek yemek değil,

Ekmek yapmak istiyorum..." 

diyerek kapanmıştık evlere. 

Maslow'un ihtiyaç pramidinin en altına ramazan pidesini serdik, bir üstteki güvenlik ihtiyacı için de maskeyi taktık ağzımıza. 
Derken yaz geldi... 

İkinci sezon en üstteki "kendini gerçekleştirme" katından başladı direkt. 
Herkes saha etrafındaki ısınma koşullarını tamamlamış, oyuna alınmayı bekliyor. Öyle ki, bir an evvel oyuna başlamak istiyor, aksi takdirde maça girmeden yorulmuş olmaktan korkuyor çoğu. 

Efendim bendeniz ağustos böceği gibi sazla sözle geçirdim ilk yarıyı, devre arasında da kah hiç müzik yapmayan, kah 9'a kadar yapan, kah 12'ye kadar yapan, sonra hiç yapamayan yerlere gidip geldim. 

Karınca hep tam buğday taşıdı durdu. 

O geldi bizim kapıya, abi bir türkü de ben dinlesem olmaz mı diye. "Git yavrum, La Fontaine okusun sana türküyü" deyip terslemedik onu da, açtık bir bira oturttuk.
Biz de aynı şeyi başka türlü yük ediyormuşuz gibi hissettirdik ona da. 

Bu sırada karantina orkestrası'na da daha yakın bir yere konuşlanmış olduk, hoparlörün tam altında. Hem doğrudan bize vurmuyor gürültü hem de 4k görüntü. 

Salih Korkut Peker beni uzaktan kendi evimin içindeki çağlama ile tanıştırdı. Sonra derslere Kelimelik üzerinden devam ettik, orada da güzel dersler verdi bana. 
Son olarak solo albümünü Denize Dik'ti. Ben bittim. 
Spotify geldi bizzat sordu, abi 12 ay boyunca en çok dinlediğin albüm nasıl 10. ayda çıkan albüm oluyor diye. 

Umut Özensoy'la gitar dersi adı altında tavuk kanat partileri yaptık. Kanadı öğrendik. Doğada var bu gerçek... 

Merdo'nun sadece programlarını değil verdiği araları da dinlemeye gitmeye başladık Ertan Erfidan sayesinde. 

Bara değil de meyhaneye gidelim dediğimiz günlerde polis canlı müzik yapılmayan yerlerde de canlı müzik yassak diyerek barcının elinden bağlamayı meyhanede aldı. 

Mertcan'ın Otuza Dek şarkısının heyecanını ilk üç ay biz de destekledik. Merdo'nun yaşı 31'e gelmeden yayınlanan klip vesilesiyle de iki tek daha içtik. 

Hatta bir rivayete göre çağdaş avukatlar grubunun çadır kampında da iki tek(!) içmişiz. Öncesinde de hep beraber şarkılar söylemişiz. 

--- 

İlk ne zaman istedim bir müzik kaydım olsun diye hatırlamıyorum ama en son o hiç hatırlamadığım gece olsun istedim diye hatırlıyorum. 

Galiba ilk kez üniversitedeyken Gürkan'dan istemiştim, abi bana bir kayıt alsak da bir kasetim olsa diye. Olur tabi dedi, hep. 

Avukatlığımın ilk yıllarında Gökhan'a dedim, abi bana bir kayıt alsak da bir cd'i olsa diye. Olur ama bir ekipmanı yenilemem lazım o zaman alalım dedi. 

Bir gün Armağan abi acıdı söyledi, oğlum Barış'a söyleyeyim de o bari sana bir kayıt alsın da bir plağın olsun diye.. 

Son dönemde yeri geldikçe Onur'a diyordum, bana bir kayıt alsak da bir mp3'üm olsun diye. Yeri de epey sık denk geliyordu: örneğin Onur içişleri başkanlığının genelgelerinden birindeki cümleleri ögelerine ayırmak için benden destek istediğinde "Sayın" gizli özne burada diye mütalaa verirken, ya aslında bana bir kayıt alsak nasıl olur diyordum.
Dede Bar'a gittiğimde biranın yanında bir şey alır mısın dediklerinde varsa bir kuple kaydınızı alırım diyordum. Laf oraya geliyordu yani, ben ne yapayım. 

Ben tam 1500. kez Onur'a ya bana bir kayıt mı alsak diyecektim ki, bir baktım o bana teklif edecek artık. Sustum hemen, ona bıraktım bu onuru. 
Ben yanlış anlamışım, başka bir genelgenin ne kadar saçma olduğunu öğrenmek istiyormuş. Çok saçmaydı. 
1501. kez tesadüfen laf yine oraya geldiğinde, Onur neden olmasın abi, seve seve yaparız dedi. Yalnız abi o silahı bir indirsen mi ya, değer mi bir waw dosyası için, dedi. 

Baktım çok hevesli, sıcağı sıcağına başlayalım dedim. Hiç vakit kaybetmeden kararlaştırdığımız günden sonraki 11. gün buluştuk. 

(Facebook anı olarak önceki yıllarda yaptığım paylaşımları gösteriyor. Kinayelerin inceliğini hissediyorum ama yazıyı neye binaen yazmışım anlamıyorum. Bu yazı da öyle olmasın diye burada kinayelerime son veriyor, illa da kinaye olsun diyen okuyucuyu Facebook sayfama davet ediyorum.) 

Evet bana göre biraz fazlaca talepte bulundum Onur'dan. İki sebepten ısrarcı olmak zül geliyordu bana: Sürekli profesyonel insanlarla çalışan birisi için benim gibi amatör birine vakit ayırmak çile olabilirdi. Öte yandan da yaşım vs sebebiyle, hayır demek istediğinde hayır demekte zorluk çekebilirdi. Böyle ince düşünüyordum ama inceliği düşünmem yeterdi, hayata geçirmem şart değildi o kadar da. Yılbaşında 4 gün sokağa çıkma yasağı vardı. Zaten de 4 gün evde vakit geçirmek benim için olmasa bile vakit için zor olabilirdi. Onur'a o dört gün için planı olup olmadığını sordum. 

Yeni yıldan bir beklentim olmaya başlamıştı sözleştiğimiz gün itibariyle. 

iki güne bir plan geçerli değil mi Onur diye soruyordum. 

Gün geldi çattı, günlerdir hazırladığım valizimi aldım çıktım. 

O sırada Merdo aradı, abi biz Onur ile komşuyuz, sokağa çıkma yasaklarında ekmek almaya gider gibi gidip gelebilecek mesafedeyiz, bu akşam yılbaşını birlikte geçirelim sonra geçersiniz.. 

Ben önce eşyalarımı Onur'un evine bıraktım, sınıfta kendine yer tutan öğrencinin sıraya defter koyması gibi. 

Onur'la Merdo'nun evine doğru yürümeye başladık. İlk bakkalı geçtik, ikinciyi, beşinciyi... Nihayet ilk fırına geldik. Ekmeği bakkaldan almak zorunda değildik ya. Sonra ilk fırını, ikinciyi de geçtik.. Varış noktası hala çok uzaktaydı. 

Yasak günü o mesafede yakalanıp ekmek almaya gidiyorduk diyebilir miyiz diye düşünürken Berkin geldi aklıma. 

1 Ocak'ta öğlene doğru akşamdan kalma bir şekilde girdik Onur'un stüdyosunu da taşıdığı evine. 

Penceresinin bir kanadından denizi diğer kanadından camiyi gören, camiden camiye gelin diye değil de evde kalın diye çağrı yapılan, bana yıllar önce Şenol'un evinde hissettiğim huzuru hatırlatan eve. 

Aman 4 gün boyunca içki alamayız, yolda kalmayalım diye 4 gün için aldığımız biraları akşamdan kalmalığın dalgınlığı ile içmiş bulunmuşuz biz. 

İsim benzerliği, hukuku, yasakları çok da takmayan bir Erdoğan abi varmış orada. Biraz daha bira sipariş ettik Erdoğan abiden. 

Ben kayıt yapmayı çok istiyordum ama neyi kaydedeceğimi hiç düşünmemiştim o güne kadar. Düşündümse de karar vermemiştim. 

O son birayı içtiğimizde Darmadağın çalınmış, söylenmiş, ete kemiğe bürünmüştü. 

24 Ocak'a kadar bu işler biter kendime bir doğum günü hediyesi olur diye düşünüyordum. Yeni yıldan beklentim varsa yaştan da oluversindi. 

Kayıt bitti bitecek bugün. Okşan ve Fethi de görseller için uğraşıyor bir yandan. 

Heyecanlıyım. 
Heyecanımdan, bu heyecan sebebiyle yardım istediğim insanları sıkıştırmaktan utanıyordum. 

Bu heyecanı yaşayanlar dediler ki, sen asıl çıktığında gör o heyecanı. 
Anladım ki utanılası değil unutulmayası bir heyecanmış bu. 

Unutmam, hatırlarım umarım bu hatıramı.
Unutursam da bu yazı fısıldasın.