Blog’un tamamını okuyanlar bilir/hatırlar… (Ben bile
tamamını hatırlamıyorumdur muhtemelen gerçi. Okuduğumu da söyleyemem hatta.)
Önceki sezon özeti geçeyim kısaca yine de:
Bu çocuk başka türlü okumaz diye kuzenim Çağlar beni Sakarya
Caddesinde bir türkü bara götürmüştü. O vesileyle okuduğum Ankara Hukuku
bitirdim ama o vesileyle tanıştığım Uğur ile dostluğumuz bitmediği gibi,
dinlemeye de doyamam kendisini.
Uğur Ankara’daki yerini Tolga’ya bıraktı gitti İstanbul’a. Ben
her gittiğim yerden yarımı bırakarak ayrılan birisi olduğumdan, Ankara’da türkü
dinleme sevdamdan da vazgeçemedim. Hala Ankara’ya gitme sebeplerimin başında,
Ankara ziyaretlerimin vazgeçilmezi arasındadır Tolga Kaya dinleyerek iki bira
içmek.
İstanbul’da tutunamamış olmamın bir sebebi değildi belki ama
İstanbul’dan dönerken gözümün arkada kalmamış olmasının sebeplerindendi doyasıya müzik dinleyememiş olmam İstanbul’da. (İstanbul’un taksicilerinden
daha çok tiksindiğimden üst sıralarda yer alamadı bu mahrumiyetim.) Uğur’un
sahne aldığı yerlerde soluk almaya çalıştığımız geceleri görseniz, Tolga’yı
Ankara’dan Suat Abinin düğününe çağırma telaşımızı bilseniz anlardınız ama
yoksunluk duygumuzu.
Neyse her halükarda ocağı yansın İstanbul’un.
İzmir’i İzmir’e gelir gelmez sevmiştim. Ama bu müzik işi
olmuyordu bir türlü. Ankara’ya gidip geliyordum hala yaşam odası olarak. Ankara
Barosunda staj yaparken yer aldığım halk müziği korosunun ikamesini
bulabilmiştim sadece. Benim bu işlere meylimi anlayanlar bana soruyorlardı,
İzmir’de nerede müzik dinlenir diye, ben de ümitvar olduklarıma soruyordum… Tavsiye
edilen yerler pavyon olamamış türkü barlardan ibaret oluyordu hep.
O kadarlık kusur kadı şehrinde de olurdu, canı sağ olsundu İzmir’in.
İki cümle yukarıdaki diyaloglardan birisi de Türkan’la
geçmişti aramızda. Zafer Güler diye birisi varmış Bornova’da, ona gidelim bir
gün de demişti cümle arasında. Niyeyse Zafer Gündoğdu canlanmıştı kulağımda o
öyle deyince. Deneriz demiştim çaresizce.
Aradan geçen aylar (belki de yıllar) sonra, o zamanki evimin
hemen yanında sabahları kahvaltıcı, öğlenleri çeyizci, akşamüstüleri çocuk tiyatrocu,
ramazanda iftarcı falan olan kimlik bunalımlı ama şık bir mekan olan Kuzguni’nin
kapısında Zafer Güler afişi görmeyeyim mi?
Zafer Güler’in çaldığı şarkıları dinledikçe gözlerim
yuvalarından fırlayacaklardı, kulaklarla ilgili duruma uygun deyim olmadığından.
Oğlum şu dünyaya geldin, hadi dönüşe geçiyoruz, en çok hangi şarklıları sevdin
deseler, diğerleri neler olur bilmem ama Ezginin Günlüğü’nden Veda’yı koyarım
kesin listeye. Bu şarkıyı Ezginin Günlüğü bile söylemiyor konserlerinde. Zafer
söyledi ama!
Ankara’da öğrenciyken, stajyerken arkadaşlarımın kolundan
tutup zorla Grup Çukurova dinletmeye Köşem Bar’a götürdüğüm günlerdeki
motivasyon ve çok daha şaşkın bir heyecanla arkadaşlarımı çağırıyordum. Ben
sadece oralı olmadıklarını anlayabiliyordum. Belki de içlerinden deli mi bu
çocuk diyorlardı, anlayamıyordum o kısmını.
3-4 yıldır yaşadığım Mavişehir’den ayrılıp Alsancak’a
gelmeyi 6-7 yıldır istiyordum! Bir fırsat çıkar da taşınırsam en çok Kuş Cenneti’ne giden
bisiklet yolunu özleyerek ayrılmak koyar bana diyordum. Fırsat yıllardır
aradığım müziği sadece birkaç haftadır dinleyebildiğim günlere denk geldi.
Ankara’ya gidip Tolga’yı dinledin de buraya mı gelemeyeceksin diye teselli
bularak yükleyip kamyonete eşyalarımı taşındım.
Allah galiba gerçekten var!
Zafer de yeni taşındığım yere yakın, yakın geçmiş zamanda
açılmış bir mekânda sahneye çıkacakmış. Kolilerin hepsini açıp yeni evi
yerleştirmeden koştum.
Dede Sahne! Cumbalı, iki katlı eski bir Rum eviyken, 7-8
masalı, üstte küçük bir stüdyo ile cinsiyetsiz iki tuvaletten ibaret oluşmuş bir
bar. Duvarlarında asılı kapılar var.
Kapı açmakla duvar örmek arasındaki hayati ikileme bir gönderme mi, yoksa denk
gelip de asılan aksesuar mı onlar, soramadım bugüne kadar kimseye.
Epey bir süre, Zafer gibi, Zafer kadar düzenli şekilde
gittim mekana. Bir gün çıkarken diğer günler ne oluyor burada diye sorma
gafletinde bulundum. “Abi sen gel,
seversin” deyiverdi çocuk, sonuçları belki o da öngöremeyerek.
Zafer’den Zafer’e gitme periyodumu bozunca, Umut’u dinleme
şansım oldu. Burada birkaç parantezimsi, paragrafımtırak dipnot olasıca anekdotlar
girmek durumundayım affınıza sığınarak:
*1 “Yeni başlayanlar için Japonca gibiydin” diye bir şey
duymuştum bir gün. Bunu tırnak içinde google’a yazınca Kesmeşeker’le tanışmıştım. “Gözardı
Suresini okudum bugün, gözaltı çizgilerinde durdum” cümlesini gördüm o
vesileyle. Ne diyor lan bunlar böyle diye hayranlık duyarken, “ne testler
çözdük biz, ne yanlışlar bulduk, ne özetler okuduk da ne çoktan seçildik”i
görünce külliyata hakim olmuş olarak buldum kendimi.
Umut Kesmeşeker çalıyordu. Ki, memleketin en eski gruplarından olan Kesmeşeker’in kendi sloganıdır, “uçsuz
bucaksız azınlık”. Umut o azınlığı bile zip’leyip başka bir azınlığa oynuyordu.
*2 İstanbul’dan İzmir’e gelirken Türk Hukuk Sitesi sayesinde
kaparom olan dostlarımdan Armağan Abim sen müziği seversin, kesin bununu da
seversin diye bir Kırıka ablümü hediye etmişti bana. Kırıka sevdiğim ilk İzmir
grubu olmuştu. Kırıka’nın hikayesini yıllar sonra Dede Bar’da bir müşteriden
dinlediğim en sevdiğim şarkılarından birini de söylüyordu Umut.
İspirtocu Saim’in o kafayla dinleyip hafızama
kaydedebildiğim hikayesi şöyleydi:
İzmir Kemeraltı’nın bir “rengi” imiş Saim.
Önüne gelenden sigara ister; sigaradan bir fırt çekip atarmış yere…
Rivayet o ki; öncesi varsıl olan Saim, işleri körü gidince ailesini terk edip gelmiş İzmir’e, hiçbirinden de haber almazmış.
Bir gün bir mektup gelmiş ailesinden, bir de fotoğraf.
O gün son günü olmuş Saim’in dünyadaki. Ama ilk günüymüş de, güldüğü…
Umut’tan dinlemeniz için size şans dilemekten başka bir şey
yapamam şu anda ama, orijinali için şu linke bakabilirsiniz.
*3 Birkaç yıl önce hakkındaki tek bilgim şey Yalan Dünya’yı
değişik söylüyor olması olan Jülide Özçelik’in Karşıkaya Hikmet Şimşek Sanat
Merkezinde konserine gitmiştim. Sanırım tek başıma müzik dinlenebileceğini,
etkinliklere yalnız da katılmanın mümkün oluğunu keşfettiğim yeni zamanlardı.
Jülide Özçelik konser boyunca gizemli bir şekilde, bugün
benim için özel, bu şarkı başka anlamlı vs gibi şeyler söyleyip durdu. Gıcık
oldum ben de ne yalan söyleyeyim bu tavra. Konserin sonuna doğru açıkladı:
birkaç hafta önce eşini kaybettiğini. Bacım baştan söylesene, sanatçının
acısından istifa eden şanslı, yol açan ambulansın arkasındaki araç gibidir!
Eve gidince kimmiş ki bununun kocası diye stalk’a girince, Bahadır Dikeçligil ismiyle, oradan da Hariçten
Gazelciler grubuyla karşılaştım. Hariçten Gazelciler Kocaelili bir grup, grubun
solisti Ömür de erken veda etmiş dünya toprağının üst tarafına. Bu dünyada iki albüm bırakabilmişler sadece hatıra.
Benden başka grubu bilen tanıdığım yoktu ama Umut'un repertuvarında onlar da vardı.
Benden başka grubu bilen tanıdığım yoktu ama Umut'un repertuvarında onlar da vardı.
Yine hayat normale dönsün de Umut'tan dinleyelim demek dışında çare bulamayarak bir şarkı bırakayım onlardan.
Bu arada bu yazıya da “ne yapıyorsun abi” diye sorarak vesile olan Okşan’dan az önce gelen link ile Hariçten Gazelciler’i bir şekilde aktaranların o kadar da az olmadığını öğrenerek teselli buldum.
*4 Yukarıdaki Hariçten Gazelciler hikayesini okuyanlar
(hatta varsa, @pistbogaz instagram hesabımı takip edenler) beni
yanlış tanısın istemem. Öyle çok gazete falan okuyan birisi değilimdir. Kaşif de
değilimdir. Az meşhurları denerim ama hiç meşhur olmayanlara prim vermeye yetecek medeni cesaretim çok yoktur normalde. Hiç kimseden tavsiye almadan
kendi el yordamımla bulduklarımdan bir tanesi de Flört grubudur. Bir hafta sonu
gazete ekinde İstanbul’u terk edip doğal hayata geçmişler diye haber olmuşlardı
sanırım. “Dün TRT’de İzledim” şarkıları çıkmıştı Google’llayınca önce karışıma.
Fazla popülist bulmuştum o şarkıyı ama o an (yine) nasıl avareysem demek, bir
şans daha verince Sevmez Olaydım şarkılarını
görüp, ne güzelmiş lan dedim kendime. Özümde beyefendi olarak görüyorum kendimi
ama bana karşı götü kalkıklık yapmasın diye bilhassa lan diye hitap ediyorum
şahsıma.
Flört’ün diskografisine vakıf olunca en sevdiğim şarkıları,
tıpkı sevgiliye söylendiği sanılmasına rağmen babaya hasreti anlatan Mazlum Çimen’in Gittin Gideli'si gibi
kaybedilen bir anneye yazılan Seni ÇokÖzledim şarkısı olmasına rağmen dilime en çok dolanan şarkıları Eski Dostum oldu.
Şarkının en çok mırıldandığım mısraları “Sen de bize aç çektirmedin be birader”
olmuştur hep. Acaba bundan sonra “küsmem ota boka” deyip barışır mıyım yalandan
aramızın açıldığı dostlarla, yoksa “daha da konuşmam ölüp gidecekken bile gönül
almayan onla bunla” mı derim, bilmiyorum.
Neyse uzatamayalım. Umut bunu da bulmuştu ve koymuştu repertuvarına.
Neyse uzatamayalım. Umut bunu da bulmuştu ve koymuştu repertuvarına.
Üstelik onların akustik bas ve gitarla ayrı ayrı çaldıklarını Umut tek bir
gitar ile icra ediyordu.
Şimdi nasıl etsin de sadece Zafer Güler çıkarken gitsindi Dede’ye bu garip?
Umut’u dinleyin hasılı.
Baktım bu Dede Bar boş yer değil. Her fırsatta gitmeli.
Fırsat şu demekti aslında: Nihat Abinin orada rakı içmediğin
zamanlar. Nihat Abi İzmir’in (sanırım) tek meyhanesini işleten kişi. Basmane’deki
tarihi Hayyam Meyhanesi.
Ben de öyle yaptım.
Her fırsatta gittim.
Baktım mekanlar için kriz, müdavimler için fırsat olan
günler var. Kimse yokken Merdo vardı Dede Bar’da. Mertcan Titiz Dede’de görece
en az dinlediğim ama en çok tanıma fırsatı bulduğum, düğününde halay çektiğim
arkadaşım oldu. “Bölge”nin türkü gırtlağı ile kentin şarkılarını söylüyordu Merdo.
Sırtında keçesiyle kaval çalıyordur muhtemelen dediğiniz ses tonuyla gayet flüt
çalıp ortaçgillere falan takla attırıyordu. Serdar Keskin’e iyi ki bu şarkıyı
yapmışım, keşke baştan Merdo söyleyeymiş bu şarkıyı dedirttiğini düşündüğüm bir
bağlantıyla tanışın kendisiyle tanışmıyorsanız hala. (kanalına da abone olun, pek seviyor o hareketi. J
)
Bir sabaha karşı, ki prime time’ı sabaha karşılardır Dede’nin,
her müzik severin yüreğine açılır sahne o saatlerde, mekanı ilk kez görüp,
Merdo’yu ilk defa dinleyen Özkan kızdı bana, sen burayı niye bu zamana kadar
gizledin bizden diye. Diyemedim Kuzguni’ye gelmeyen sorumsuzlara sor diye.
Alın size bir link daha madem.
Yayınevine güvenerek 3 ciltlik romanı okumaya zaman ayırır
gibi gitmeye başladım ben Dede’ye bu tecrübelerle.
Salih Korkut Peker konseri vardı bir gün. Gittim.
Sandalyeleri sıralamışlardı, dinleyici yerine boşa yer kaplamasın diye masaları
kaldırıp. Onlarca sandalyeye oturan birkaç kişiden birisi olarak oturup
hayranlıkla dinledim. Çağlama’da sorun var, kusura bakmayın
diyerek cümbüş çaldı o gece. Bizim bildiğimiz tencereye benzemiyordu cümbüş de,
dinleyemediğimiz çağlama neydi ki? Ve kimdi bu adam?
Salih Korkut Peker’in Yasak Helva isimli cümbüş çalarak rock
yapan bir grubu vardı. O grubun Ayı Boğuluyo isimli (Şarkının adının “Ayıp
oluyo”un ulanmış hali olduğunu, eller ayırsabile biz ayrılamayız şarkısının adının
sabile olmadığını fark etmiş gibi utanarak çok sonra fark ettim) şarkısında
oynamadan çok zor durduğumu da itiraf edeyim.
Aynı Salih Korkut Peker, Armağan Abiden öğrendiğim, Umut’tan
dinlediğim Kırıka’nın solisti Salih Nazım Peker ile Duble Salih isimli bir grup
kurmuş, Çifte Çifte isimli de bir albüm yapmıştı.
O gün dinleyemediğimiz çağlama da meğer Hariçten Gazelciler’in
solisti Ömür’ün icadı bir enstrümanmış.
Geçtiğimiz kışın güzel anlarına tanıklık eden Aziz Vukalos
Kilisesi’ndeki konserler ve “after party” ritüeline dönen Hayyam
rakılamalarının birinde bir kısmı Şinadika’nın kadrosunda olan müzisyenlerle
meşk etmiştik.
O gece tanıştığımız çalgı mucidi Ozan, Ömür’den yadigar
çağlama’yı da yapıyormuş meğer. Daha birçok çalgı gibi.
Ozan’dan bir çağlama aldım ben de ve Salih Korkut Peker’den
çalmayı öğreniyorum bugünlerde.
İzmir’de memleket müziğinin başkentine düşmüş olduğumu fark ettiren iki yere daha selam göndermem lazım finale geçmeden önce. Birisi nimetlerinden yeterince nasiplenmeme dayanamadan tarih olan Kemeraltı’na hayat katan yerlerden Olizvel ( All is well diye yazılmıyor gerçekten.)
Bir diğeri de Engin Topuzkanamış. Engin benim okuyamadığım
kitapları yazabilen, çalamadığım hatta adını duymadığım enstrümanları çalabilen, hatta yapabilen akademisyen ve müzisyen.
Bir de Kemal Onur Tuzlacı var. Nam-ı diğer Dede. Dede Bar’ın
işletmecilerinden. Böyle demek samimiyetsiz kaçıyor. Dergah’ın sorumluğu
üzerinde kalmış işte.
Çok kötü biri değilseniz, Onur’dan perdesiz gitar dinlersiniz. Sanslı iseniz, klasik kemençe çalar size. (Aşırı şanslı olacaktım ben, kayıt yapacaktı bana stüdyoda, pandemi girdi aramıza.)
Ultra şanslılara türkü de söyler derlerdi, pandemi vesile
oldu herkese.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder