30 Aralık 2023 Cumartesi

Yılmanak-2023

Bir yılı yaşayabilmeyi denedim, oldu. 

Bir de yazabilmeyi deneyeceğim, bakayım olacak mı...

Her katil bir tanrı, her tanrı da bir katildir. 

Hiçbir şey yoktan var olamıyor, ve vardan yok olamıyorsa eğer, yok eden de var eden kadar kudretlidir muhtemelen.

Başlarında kendime hedefler koymaya başladığım yıllardan beri liste başı hedefim olan kilo verme hedefimi bu sene, senenin sonlarına doğru hedeflemiştim. 

Zamanlamada biraz sapma olsa da iyi kötü yaklaştığım hedefin ödülü kilo almaya yönelik bir faaliyetti. Az yemek yiyebildiğimi kutlamak için yemek yemeye gidecektik, o yemek iptal oldu. 

Ben de öldürülebilmek için yaratılmış bu vakti 2023 yılımı gözden geçirerek öldürmeye karar verdim.. 

 "Girebilirsem eğer 2023'ü, ve eğer girebilirsem ondan sonra acaba bir tane daha yılı görebilecek miyim?" 

2022 kafamdaki bu soru ile bitmişti. 

Tüm okurlarımdan (muhtelelen 7 kişi bile değilsiniz ve 1 dernek dahi kuramazsınız) özür dileyip, tıpta ayıp olmadığını hatırlatarak belirtmek isterim ki, 2022'de ebeminkini görmüştüm. 

Ocak'ta ilk kontrollerim olacaktı ve 6 ay daha yaşayabilir vizesi alacaktım. Canım kardeşim Okşan o ilk sınavımda yanımda olmak istediğinden vaktinden biraz daha erken, Paşamın kendisini emanet ettiği Türk hekimlerinin doğal işyeri olan Allah düşürmesin diyeceğiniz bir devlet hastanesinde aldım ilk vizemi. 

İnstagram'da faşist olmadığını düşündüğüm, iş arkadaşım olmadığını bildiğim, mizahtan anladığını (mizahtan anladığını küstahça oldu, şaka yaptığımı anlatabileceğimi düşündüğüm diyeyim) kişilerden oluşan "Yakın Arkadaşlar" listemde paylaştım bu 6 aylık vize müjdesini. 

Bir "yakın arkadaşım" (tırnak içinde yakın arkadaş olduğunu sözlü olarak da belirtmek istedim ama bu da yazılı oldu maalesef) da tuhaf bir "gözün aydın" mesajı atmıştı, müjdeme cevaben. Kendisinin arkadaşlığının yakınlığını fark ettiren de, ilk ölmeme müjdeme yazdığı cevabi mesajıydı zaten. Şöyle bir çeviri yapmıştım mesajına o zamanki "beginner" seviyemle zihnimde: 6 ay daha yaşayacağım sanma, her gün ölebilirsin, ama bugün iyi ki yaşıyorsun, yakın arkadaşın olarak memnunum bu durumdan!

***


Yeni yılı son yıllarda edindiğim yeni arkadaşlarımla karşılamıştım. Yenilerdi ama bir önceki yılı da onlarla karşılamıştık. Bir önceki yılda yaşadığım en güzel ve en zor günlerde yanımda olan insanlardı onlar. Hala yeni arkadaşlarımın olmasına da yeni arkadaşlarımla da zamana ve vefaya dayalı değerler yaratabiliyor olmama şükrederek ve eğlenerek başladım, şimdi geriye dönüp baktığımda kötü anmayacağıma emin olduğum bu yıla. 

Yılın ilk şehir dışı etkinliği pek sevdiğim memleketim Adana'da idi. 40'larımdan 50'lerime giden yoldaki koşuşturmalarda hayatıma karışan koşu ile ilgili bir etkinlik vardı memleketimde. Başladığı gibi güzel gideceğine dair işaretler vermeye başlayıvermişti bile 2023..

Bu sene de Ocak'a denk gelen doğum günümü ilk defa "lan bir önceki de geçip gitti" diye değil de, "vay be, bunu da görebildik" diye karşılıyor olduğum için kendim organize edip kutlamaya karar verdim. Pek şahane bir gün oldu. Hediye gelen kaşkolların bazıları ile hala ısınıyorum. 

Şubat başında enteresan bir gecede, hayatımda ilk defa intihar fikrini, "evreka" diyerek karşıladım. Fikrin kafamdan gitmesi 3 gün sürdü. Koşu sayesinde o ana kadar gördüğüm en güzel yerler o 3 güne denk geldi. Fikir kafamdan gittiğinde yerinde kocaman bir deprem vardı. Hayat da tıp dilinde konuşuyordu ve "sikerler senin derdini" dedi bana. 

Hiç tanımadığım insanlara yardım ederek onlardan dua almak depremden önce nasip olmamış mıydı, yoksa daha önce de olmuştu da hafızam mı hatırlamaya yetmiyordu, hatırlamıyordum, çünkü hafızam gerçekten yetersizdi. 

Her sene hevesle beklediğim Portakal Çiçeği Karnavalı bu sene de deprem nedeniyle iptal edilmişti. Bir şeyin son gördüğüm versiyonun o olabileceğinin, ve bunun nedeninin sadece ben olmayabileceğimi, şehirlerin de hatta zamanların da ölebileceğini öğrendim. 

Belçika'da dünyanın bir başka yerindeki bir yeri yeniden görebilmeyi deneyimledim, Bled gölünü yeniden görebilme ümidim arttı. 

Eski dostluğun hakkaten çok değerli olduğunu, yeni dostlukların kıskanmak yerine sabırsızlıkla buna gıpta etmesi gerektiğini öğrendim.  

Yine bir koşu vesilesiyle Avustaryalara gittim, dünyanın dünyamızdan ibaret olmadığını hatırladım. 

Gönlüm, bir gönül bir olunca da samanlık seyran olur diyordu artık. Yetiyorum kendime sanıyordum. Sadece beyin değil, kalp de şizofren olabilir dedi tıpçılar, Latince yerine halk dilini seçip, mal mısın olum sen demediler, sağ olsunlar. 

Beynimin iyi kötü hatırlayabildiklerini de unutturuverdi sonra birden gönlüm, bir başına mücadeleden kurtuluverince. 


Yazlar geldi, güzler geçti... Her günüyle hayatın ne güzel olduğunu, iyi ki kaldığımı anlattı bana hasılı. 


Yeni yılın şerefe gününde güzel bir konsere gittim. İlhan Şeşen'in şimdiye kadar niye hakkını vererek daha çok dinlememiş olduğum için hayıflandığım Vedat Sakman'la söylediği şarkılardan oluşan. 

Benim de bu sene yeni şarkılarım, hatta klibim falan olmuştu ama arefe gününde de geç kalma telaşı ile Vedat Sakman açtım ve meftun olduğum şarkısı şu oldu:


https://www.youtube.com/watch?v=uNO0jKFUzDQ&feature=youtu.be

21 Haziran 2023 Çarşamba

Bir Böbreğin Seyahatnamesi

Nur içinde yatsın diye bir ölü muamelesi yaparak mı başlasam, yoksa Allah yolunu açık etsin diye bir seyyah muamelesi mi yapsam kendisine tam olarak bilmiyorum. Ama başlığı atmış bulunduk bir kere işte. 

Yaklaşık bir yıl önce terk edip ayrıldı benden bir böbreğim. Galiba sağdaki. Bana göre mi sağ, karşımdakine göre mi  bilmiyorum inanın ki. 

Bugüne kadar iki kişi sordu, hangisi alındı diye. Soruların ilkine ben alındım; ne fark eder, sana ne zaten diye.  İkincisinde ben de merak ettim. Zira ikinciyi soran kişi bir hekimdi. Ne var ki epey zaman geçmişti. Gerçekten de 0,5 uçlu kalem narinliğindeki hafızam yetmiyordu hangisi olduğunu hatırlamaya. Önemi var mı hangisi olduğunun dedim. Olmaz mı, biri dişil enerji diğeri eril falan gibi bir şeyler söyledi. Namaste görüşüz hocam deyip usulca ayrıldım yogalog doktorun yanından. 

Ya kusura bakmayın, pat diye orta yerinden girdim mevzuya. Baştan anlatayım:

Geçen yıl bu zamanlar sağlık sigortasının verdiği sağlık kontrolü hakkı ziyan olmasın diye gittiğim bir dizi doktordan biri, senin bir böbreğinde tümör var, onu almamız lazım dedi. Ama telaş etme, tek böbrekle de hayat konforun değişmeden yaşarsın diye de ekledi hemen. 

Ben niyeyse, hani koltuk değneğine ihtiyaç duymadan aksayarak yürümek, ya da ne bileyim, takma dişe gerek kalmadan ağzının bir tarafıyla yemek yiyebilmek falan gibi bir şey düşünmüştüm bunu duyunca.

Doktorun bu teşhisinden operasyon sonrası sürece kadar geçen günlerde sürekli bir yakınımın yakınının da tek böbrekle yaşadığını duymaya başladım. Bu kadar çok tanıdığımın tanıdığı olup da bir tane bile tanıdığımın olmamasına takılmadım çok. 

Ben hiç birine onda hangisi yok diye sormadım. Şu anda nerede diye de sormadım. Tek sorduğum şey, kaç yıl yaşadıkları idi. 

Genel kültür seviyem, kim milyoner olmak ister yarışmasında 3. soruya kadar yettiği için, organların fonksiyonlarından böbreğinkini de bilmiyordum. Hala da bilmiyorum. Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp diye bilenler varsa, bilmemek yanlış bilmekten daha iyidir derim onlara. Öğrenmemek niye ayıp olsun hem kardeşim! %50 merraktan gelmiyor mu insanın başına ne gelirse? Ayıpsa da değilse de, ısrarla öğrenmiyorum hala, ne işe yarıyor diye. Diyaliz falan ne onu da bilmiyorum. (Bak şimdi buraya yazdım diye, Google reklamını, tanıtımını falan çıkarmaz inşallah karşıma.) Ama her ne işe yarıyorsa artık, bir seneden beri duyduğum tüm ölümler onun yetmezliğinden oluyor anasını satayım. Buna da algıda sıçıcılık diyorlar bilimsel olarak sanırım. 

Neyse ben hastaneden taburcu olup eve geldiğimde, sağıma mı dönmemem gerekir, yoksa soluma mı diye düşünüp, yanlışlıkla ikisine döndüğümde de hiç bir şey olmadığını fark edip, acaba felç oldum da ondan mı hiç bir şey hissetmiyorum sorularını geçip, normal hayatıma dönmek üzereyken, Ankara'da yaşayan ve sinir tanımayan doktorlar olarak bilinen kuzenlerim arayıp, senin o böbreği yolla da bir de biz bakalım dediler. Arkadaş kötüymüş işte dedim, olsun dediler. O kadar kötü değilse geri mi koyacaksınız, daha da kötüyse daha da mı alacaksınız falan diye sorduğum sorulara ikna edici hiç bir cevap veremedikleri için, ikna oldum onlara. Hayır diyememe gücüne bir etkisi olmadığını da bu vesileyle öğrenmiş oldum böbreğin. 

Geri gittik hastaneye, bizim bir böbreğ-i şerif olacaktı, onu bir de Hacettepe Üniversitesinde ziyarete açmak istiyoruz dedik, inancımıza saygı gösterip bir teslim tesellüm tutanağı ile verdiler elimize. Ama dediler güneşte falan bırakmayın, erir. 

Eşşoleşekler bu kadar çabuk eriyorsa niye karnıyarık yaptınız beni, kendim yatar güneşe, yok olana kadar eritirdim demedim. Tıp dünyasına gıcıktım çünkü o aralar, bu mucize çözümüm ile destek olmak istemedim. 

Aldık geldik eve. Bir iki hafta öncesine kadar yıllarca ferah fezah üç beş birayı soğutmak dışında bir iş yapmamış olan, ve fakat o anda, teyzemin bana, kardeşimin kızına, annemin misafirlere yaptığı hazırlıklarla dolu buzdolabımın kapısına,  iş çıkışı metrobüse binmeye çalışan bir gariban gibi geldi dayandı bizimki. Kimse kendisine bulaşmak istemediği için, içeri girmeyi başarınca genişçe bir yer buluverdi hemen kendisine. 

Gelin görün ki dolap bu kadarını kaldıramadı. Ertesi gün gelen servis, abi çok yüklenmişsiniz, bir gün fişini çekin, bir şeyi kalmaz dedi. Geçici bir süre için de olsa onun da içindekilerin alınması gerekiyordu sağlığına kavuşabilmesi için. 

Biz yiyebileceklerimizi hızlıca yiyip, diğerlerini çöpe attık. 

Çift böbrekli seviyormuş ki demek, birinci böbreğimden hemen sonra hayatımdan çıkan ikinci şey olan eski sevgilimin, bir gün beraber yeriz diye buzluğa bıraktığı etleri, annemin bir sevgilin olursa beraber yersiniz diye koyduğu mantılarla köfteleri ve bizim malum arkadaşı yanımıza alıp, yazları yaylalara göçen atalarımız gibi düştük yollara, kardeşim Okşan'la. Hemen arka sokağımdaki şarküteri iyi bir alternatif gibi geldi. Dükkan sahibi yardımcı olabileceğini söyledi. Lakin bizim bıraktığımız şeylerin, yerine hemen yandaki kasaptan yenilerinin alınabilecek şeyler olmadığını, iyi saklanması gerektiğini ifade etmemiz gerekiyordu. Bunu ifade ederken de tabu oynuyor gibi ne bıraktığımızı söylemememiz gerektiğini düşündük, dükkan sahibi rahatsız olabilir diye. Öyle davrandık. Kardeşim Okşan'ın yaratıcı bir yazar olduğunu belirteyim tam yeri gelmişken. 

Okşan'ın çok satan bu ilk hikayesinden sonra, Bergama tulumları ile manda kaymakları arasında, kritik ve güvenli bir yere saklandı bizim emanetler. 

Ertesi gün de yola çıktı arkadaş. İçindeki kötülüğün başına hiç bir iyilik gelmeden sağ salim vardı Ankara'ya.

Ben de kalanlarla kontrole gittim dün.

Güneş balçıkla sıvanmıyor tabii, bir şekilde öğrenmiş onlar da çözümü. Şunu söylemekle yetindi doktorum:

İçini serin tut, yeter!