21 Haziran 2023 Çarşamba

Bir Böbreğin Seyahatnamesi

Nur içinde yatsın diye bir ölü muamelesi yaparak mı başlasam, yoksa Allah yolunu açık etsin diye bir seyyah muamelesi mi yapsam kendisine tam olarak bilmiyorum. Ama başlığı atmış bulunduk bir kere işte. 

Yaklaşık bir yıl önce terk edip ayrıldı benden bir böbreğim. Galiba sağdaki. Bana göre mi sağ, karşımdakine göre mi  bilmiyorum inanın ki. 

Bugüne kadar iki kişi sordu, hangisi alındı diye. Soruların ilkine ben alındım; ne fark eder, sana ne zaten diye.  İkincisinde ben de merak ettim. Zira ikinciyi soran kişi bir hekimdi. Ne var ki epey zaman geçmişti. Gerçekten de 0,5 uçlu kalem narinliğindeki hafızam yetmiyordu hangisi olduğunu hatırlamaya. Önemi var mı hangisi olduğunun dedim. Olmaz mı, biri dişil enerji diğeri eril falan gibi bir şeyler söyledi. Namaste görüşüz hocam deyip usulca ayrıldım yogalog doktorun yanından. 

Ya kusura bakmayın, pat diye orta yerinden girdim mevzuya. Baştan anlatayım:

Geçen yıl bu zamanlar sağlık sigortasının verdiği sağlık kontrolü hakkı ziyan olmasın diye gittiğim bir dizi doktordan biri, senin bir böbreğinde tümör var, onu almamız lazım dedi. Ama telaş etme, tek böbrekle de hayat konforun değişmeden yaşarsın diye de ekledi hemen. 

Ben niyeyse, hani koltuk değneğine ihtiyaç duymadan aksayarak yürümek, ya da ne bileyim, takma dişe gerek kalmadan ağzının bir tarafıyla yemek yiyebilmek falan gibi bir şey düşünmüştüm bunu duyunca.

Doktorun bu teşhisinden operasyon sonrası sürece kadar geçen günlerde sürekli bir yakınımın yakınının da tek böbrekle yaşadığını duymaya başladım. Bu kadar çok tanıdığımın tanıdığı olup da bir tane bile tanıdığımın olmamasına takılmadım çok. 

Ben hiç birine onda hangisi yok diye sormadım. Şu anda nerede diye de sormadım. Tek sorduğum şey, kaç yıl yaşadıkları idi. 

Genel kültür seviyem, kim milyoner olmak ister yarışmasında 3. soruya kadar yettiği için, organların fonksiyonlarından böbreğinkini de bilmiyordum. Hala da bilmiyorum. Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp diye bilenler varsa, bilmemek yanlış bilmekten daha iyidir derim onlara. Öğrenmemek niye ayıp olsun hem kardeşim! %50 merraktan gelmiyor mu insanın başına ne gelirse? Ayıpsa da değilse de, ısrarla öğrenmiyorum hala, ne işe yarıyor diye. Diyaliz falan ne onu da bilmiyorum. (Bak şimdi buraya yazdım diye, Google reklamını, tanıtımını falan çıkarmaz inşallah karşıma.) Ama her ne işe yarıyorsa artık, bir seneden beri duyduğum tüm ölümler onun yetmezliğinden oluyor anasını satayım. Buna da algıda sıçıcılık diyorlar bilimsel olarak sanırım. 

Neyse ben hastaneden taburcu olup eve geldiğimde, sağıma mı dönmemem gerekir, yoksa soluma mı diye düşünüp, yanlışlıkla ikisine döndüğümde de hiç bir şey olmadığını fark edip, acaba felç oldum da ondan mı hiç bir şey hissetmiyorum sorularını geçip, normal hayatıma dönmek üzereyken, Ankara'da yaşayan ve sinir tanımayan doktorlar olarak bilinen kuzenlerim arayıp, senin o böbreği yolla da bir de biz bakalım dediler. Arkadaş kötüymüş işte dedim, olsun dediler. O kadar kötü değilse geri mi koyacaksınız, daha da kötüyse daha da mı alacaksınız falan diye sorduğum sorulara ikna edici hiç bir cevap veremedikleri için, ikna oldum onlara. Hayır diyememe gücüne bir etkisi olmadığını da bu vesileyle öğrenmiş oldum böbreğin. 

Geri gittik hastaneye, bizim bir böbreğ-i şerif olacaktı, onu bir de Hacettepe Üniversitesinde ziyarete açmak istiyoruz dedik, inancımıza saygı gösterip bir teslim tesellüm tutanağı ile verdiler elimize. Ama dediler güneşte falan bırakmayın, erir. 

Eşşoleşekler bu kadar çabuk eriyorsa niye karnıyarık yaptınız beni, kendim yatar güneşe, yok olana kadar eritirdim demedim. Tıp dünyasına gıcıktım çünkü o aralar, bu mucize çözümüm ile destek olmak istemedim. 

Aldık geldik eve. Bir iki hafta öncesine kadar yıllarca ferah fezah üç beş birayı soğutmak dışında bir iş yapmamış olan, ve fakat o anda, teyzemin bana, kardeşimin kızına, annemin misafirlere yaptığı hazırlıklarla dolu buzdolabımın kapısına,  iş çıkışı metrobüse binmeye çalışan bir gariban gibi geldi dayandı bizimki. Kimse kendisine bulaşmak istemediği için, içeri girmeyi başarınca genişçe bir yer buluverdi hemen kendisine. 

Gelin görün ki dolap bu kadarını kaldıramadı. Ertesi gün gelen servis, abi çok yüklenmişsiniz, bir gün fişini çekin, bir şeyi kalmaz dedi. Geçici bir süre için de olsa onun da içindekilerin alınması gerekiyordu sağlığına kavuşabilmesi için. 

Biz yiyebileceklerimizi hızlıca yiyip, diğerlerini çöpe attık. 

Çift böbrekli seviyormuş ki demek, birinci böbreğimden hemen sonra hayatımdan çıkan ikinci şey olan eski sevgilimin, bir gün beraber yeriz diye buzluğa bıraktığı etleri, annemin bir sevgilin olursa beraber yersiniz diye koyduğu mantılarla köfteleri ve bizim malum arkadaşı yanımıza alıp, yazları yaylalara göçen atalarımız gibi düştük yollara, kardeşim Okşan'la. Hemen arka sokağımdaki şarküteri iyi bir alternatif gibi geldi. Dükkan sahibi yardımcı olabileceğini söyledi. Lakin bizim bıraktığımız şeylerin, yerine hemen yandaki kasaptan yenilerinin alınabilecek şeyler olmadığını, iyi saklanması gerektiğini ifade etmemiz gerekiyordu. Bunu ifade ederken de tabu oynuyor gibi ne bıraktığımızı söylemememiz gerektiğini düşündük, dükkan sahibi rahatsız olabilir diye. Öyle davrandık. Kardeşim Okşan'ın yaratıcı bir yazar olduğunu belirteyim tam yeri gelmişken. 

Okşan'ın çok satan bu ilk hikayesinden sonra, Bergama tulumları ile manda kaymakları arasında, kritik ve güvenli bir yere saklandı bizim emanetler. 

Ertesi gün de yola çıktı arkadaş. İçindeki kötülüğün başına hiç bir iyilik gelmeden sağ salim vardı Ankara'ya.

Ben de kalanlarla kontrole gittim dün.

Güneş balçıkla sıvanmıyor tabii, bir şekilde öğrenmiş onlar da çözümü. Şunu söylemekle yetindi doktorum:

İçini serin tut, yeter!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder