12 Şubat 2011 Cumartesi

Pilav üstü


2003 sonu ya da 2004 başı… O gün de aramamıştı Cumhur Abi İstanbul işiyle ilgili olarak… Pek bir sıkılmıştı canım. Murat’la çıktık Ankara Adliyesinden. Necati Bey Caddesindeki bilardo salonuna gitmek üzere bir taksi çevirdik adliye önünden.
Taksi, doğan görünümlü şahin değil; şahin görünümlü Rolls-Royce… Deri döşemeli, sunrooflu…  göstergelerin tamamı tempradan alınıp uyarlanmış, dijital göstergeler… Ses sistemi yürüyen disco. İbo’nun her sene olduğu gibi, o sene de yeni bir albümü çıkmış… “Kal benim için” çalıyor…
Dedik ki, baba ne güzel ortam yapmışsın böyle. “Abicim, bura da bizim evimiz be, ömrümüz burada geçiyor, ne yapalım” dedi…  “Misafirlerimizi iyi ağırlamaya çalıyoruz işte” diyerek de ekledi…
Valla sen bu ortamda rakı da ikram edersin, dedik…
Yok ağabeycim, biz kurucuyuz dedi!
İkram edeyim mi abi, diyerek de direk uzattı bir tane.  Tahmin edeceğiniz üzere, biz de “hayır teşekkür ederiz” dedik!
Neyse uzatmayalım,  biz Necati Bey’e yolu biraz(!) uzatarak gittik. Kaptan bize avukat müşterilerini soruyor tek tek… Abi sizin orda şu avukat var, öbür tarafta bu muhasebeci var… benim sürekli müşterim... tanıyor musunuz? Gibi… Süleyman derseniz, bilirler beni…
Biz bilardo salonuna gelirken telefon numarasını verdi bize ve “görüşmek üzere” ayrıldık.  Murat numarayı tuşlamış, tam kaydedecek, telefonu çaldı ve numara gitti…
Biz günlerce hangi taksiye binsek, “Süleyman’ı tanıyor musun, hani tempra göstergeli şahini var” diye soruyoruz ama nafile… İzini kaybettik Süleyman’ın…
….
Aradan aylar geçti, ben İstanbul’a taşındım…
Bir Ankara ziyaretimde Kolej’den bir taksi çevirdik, Dikimevi’ne, Çağlarlara gitmek üzere…  Taksi dijital göstergesi hariç, aynı Süleyman’ın taksisi… Çağrışım çağırmadan geldi tabi. Sordum Süleyman’ı tanıyor musun diye taksiciye, hayır dedi… Bu araba da yürüyen disco… Ama üçyüsss beşyüsss tadında, it yola düştü havaları çalıyor. Şoför abi de arabadaki aksesuarlara dikkat eden biri olduğumu fark ettiğinden olsa gerek, ısrarla dinletiyor müziği bize… Ben oralı olmuyorum tabi. Hikayenin buraya kadarki kısmını anlatıyorum yanımdakilere… Ben Süleyman’ın “arabasını(!)” anlatırken yanımdakilere, geldik zaten Dikimevi’ne.
Şoför dayanamadı. “Abi sen de amma abarttın! Ne var Süleyman’ın arabasında Allah aşkına? Tempra göstergesi dediğin nedir, ben şu arabanın vites topuzuna verdiğim parayla alırım Süleyman’ın arabasını…”
Meğer Ankara’da iki şahin kıyaslanırmış taksici camiasında… Birisi bu taksi, öbürü de Süleyman’ın taksisiymiş. Bu ezeli rekabet sebebiyle de haz etmiyorlarmış birbirlerinden… Süleyman’ı tanıdığını söylemeyi yedirememiş kendine bizim şoför önce, ama sonra onun arabası ballandırılarak anlatılınca dayanamayıp açıklama yapma ihtiyacı duymuş…
Rahatlamış bir tavırla vedalaştı bizle: “Süleyman sattı o arabayı. Şimdi bir sienada çalışıyor. Ostim durağında bulabilirsin çok meraklıysan!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder