Üniversite 3. Sınıfı birinci kez
okuduğum seneydi.
Borçlar özel dersine yeni bir
hoca gelmeye başlamıştı. Abilerden, ablalardan alınacak tüyolar, copycilerden
alınabilecek notlar yoktu yani.
Hasan Seçkin Ozanoğlu isimli o
zaman doçent olan hocamız, vizede soracağı sorulardan birini sınavdan önce
söylemişti: Ayıba karşı tekeffül ile
ilgili Borçlar Kanunundaki düzenlemeler ile Tüketici Kanunundaki düzenlemeler
arasındaki farklar nelerdir?
Yanlış hatırlamıyorsam, ikisi
arasında 7 fark vardı. Evet, ilkokulda pamukta yetiştirdiğimiz fasulye gibi,
lisedeki türev integral gibi, bu da gerçek hayatta hiç işime yaramadı ve hala
bilmiyorum tam olarak cevabını. Varsayalım 7 olsun.
Sınavdan önce 7 maddelik bu cevabı
herkes ezberlemiş, -hadi herkesi töhmet altında bırakmayalım- birçoğu da kopyasını
hazırlamıştı. Hatta hatırlıyorum, benim sınava girdiğim masada da yazıyordu
cevap ve ben yazmamıştım onu. O derece erişilebilir bir bilgiydi. Herkes hem de
aynı sırayla ezberlemiş, o şekilde hazırlamıştı kopyalarını.
Sınava girdik. Hocamız gerçekten
de sözünün eri çıktı ve malum soruyu sordu. Hem de 40 puanlık bir soru. Ki, vizeden
40 almak kafi.
Sınav sonuçları bir açkılandı,
sanırsın puanlandırma 10 üzerinden. Ben 7 almıştım örneğin. 22 alan, 15 alanı
aşağılıyor… Öyle böyle düşük değil notlar. Herkes şokta.
Final sınavına gireceğiz, hocamız
dedi ki, anlaşılan ayıba karşı tekeffülü iyi anlamamışsınız. Bunu iyice
öğrenin, yine soracağım. Yine sordu, yine yazdık, yine sonuç aynı.
Bütünleme aynı, bir sonraki yılın
vizeleri, finalleri aynı… Her seferinde de bu defa insaflı olacağım diyor, iyi
çalışın diyor, motivasyon hiç düşmüyor. Ama sonuç da değişmiyor.
Ertesi yılın bütünlemelerine gireceğiz,
hoca haber salmış: Herkes mutlaka iyi çalışıp gelsin. Bu sene bu dersi son
verişim, kimseyi bırakmak istemiyorum. Özellikle çıkmış sorulara çok iyi bakın!
Ama ben küsmüştüm, oynamıyordum.
Hoca resmen bizimle dalga geçiyordu. Çıkmış sorular dediği de, zaten o zamana
kadar toplam 5 tane sınav yapmış, her sınavda sorulardan birisi ayıba karşı
tekeffül… Dalga geçiyordu canım. Herkes çıkmış soruları ezberliyor. Sorular ve
cevaplar toplam arkalı önlü bir sayfa. (Uzun yıllardır aynı hocanın verdiği
dersler için, çıkmış sorular demek, basbayağı kitap demektir. Bizimki kağıt. ) Birbirlerine
soruyorlar falan… Ben inatla çalışmıyorum. Madem bu hoca gidiyor, 5. Sınıfta(!)
yeni hocadan alırım dersi diyorum. Sınava bile girmeyeceğim.
Sınav saati geldi. Kahveye gitmeyi
düşündüm. Ama tanıdığım tüm arkadaşlarımın Borçlar Özel bütünlemesi olduğu için
kahvede kimse yoktu. Ne yapayım, ben de girdim sınava. Ah girmez olaydım. Başımdan
aşağıya kaynar sular boca edildi. Hoca yine sözünde durmuştu: Hiç yeni soru
yoktu. Ben zaten kalmayı tercih etmiştim ama, seneye o dersi tek başıma
alacağımı hiç düşünmemiştim. Sanki 1 sayfacık notu okumayıp da ne yaptım ki o
vakitte, niye okumadım ki, işte gördüm mü, Erkanlar, Okanlar ve hatta Ali
Kazlar geçecekti de, bir ben kalacaktım.
Ulen hoca dedim, kendi kendime, “Sen
eski soruları sorduysan, ben de eski cevaplarımı veririm, sen de eski notlarını
verirsin, ötesi yok ya!” dedim, aldım kalemi elime…
Öyle anlaşılıyordu ki, hoca
şimdiye kadar benim doğru cevap verdiğim sorulardan derlediği bir sınav
yapmıştı. Adeta o güne kadar aldığım notların toplamını sınav notu olarak vermişti.
Ki, bu da ancak geçmeme yetiyordu.
Benim durumumu ben bu şekilde
açıklayabiliyordum ama tüm arkadaşların içinden sadece benim geçmiş olmam çok
açıklanabilir durmuyordu. Nitekim sınav sonuçlarına itiraz için dekanlığa
başvuruda bulunan arkadaşlarım, dilekçelerinde sınav sonuçlarının adil olmadığı
savlarını, hepsinin birlikte kalmış olmalarına değil; benim geçmiş olmama
dayandırmışlardı.
Milyorlarca okurum şimdi şunu
merak edebilir: İyi de bu nereden aklıma geldi durduk yere?
Kimlerin 7 Haziran'daki oyu 1 Kasım’da
değişir ki, muhabbetinden. Herkesin aklından geçen doğrulara denk geliriz belki bu defa. Seçim sonuçlarını bir kez daha izleyeceğiz merakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder