Sen bu anımı bilir misin ya da hatırlar mısın bilmiyorum/hatırlamıyorum.
En az 11 yıl önce idi. Mey İçki'den Süleyman, Arzu ve Başar ile Beşiktaş'ta bir yerde içiyorduk. Hava da içmeyip de ne yapacaksın havasıydı tam. O dönem yoğun bir iş hayatım ve de iş hayatımın yoğunluğundan olduğunu sandığım rutin bir kendi hayatım vardı. Acıyordum kendime.
Laf laf açtı ve o günün 8 Haziran olduğunu, onun da senin doğum günün olduğunu fark ettim bir anda.
O dönem o kadar da eski dostum olmayan iş arkadaşlarımın yanında, o kadar da sarhoş değilken hiç birimiz, başladım ağlamaya. Bu iş bana ne veriyor da kardeşimin doğum gününü unutacak hale getiriyor beni diye kızarak, üzülerek.
Sen, ben beni bildim bileli hayatımdasın. Doğumunu falan hatırlamıyorum. Ama hayatımıza sonradan girdiği halde, sanki biz bizi bildik gibi varmış gibi davranan, mecburiyet, asıl hayat falan diye kendini bize yutturmaya çalışan iş güç telaşesiyle o gün bakışıp, apışıp kalmıştım.
Kardeşliğin emekliliği falan yok, çünkü bir iş değil. Ama bazen biraz güç.
Gücü işinden çok.
Hazır aklımdayken bir çiçek göndermek yerine, nasıl aklımdaysa bunu gönderiyorum sana.
Tanrı o sanrının ömrümden alsın, seninkine katsın.
7 Haziran 2020 Pazar
1 Haziran 2020 Pazartesi
Geldi gene tipini sevdiğimin günleri 1
Akşam erkenden uyudum. Gerçekten erkenden. Sonra hala erken olan bir saatte telefonuma gelen mesaj sesiyle uyanıp muhtemelen geç olan bir saate kadar uyuyamadım.
Alarm ötmeden bir uyandım, bir kere alarmda, son olarak da alarmdan biraz sonra.
Tıraş makinemin üretim çarkları döndü önce. Birkaç gün önce kesilebilir hale getirdiğim sakallarımı kestim. Medeni dünyada istenmeyen tüyler var. Bir önceki çağın istenmeyen berberlerinin aksine.
Bulmuşken tıraş olmamış halimi aramasınlar bir de.
Ne giysem diye önce bir gardroba baktım. Sonra bir de camdan dışarı. Pek emin olamadım. Kışlık bir gömlek, baharlık bir pantolon, yazlık bir ayakkabı giydim. Fındık ve bira almaya değil de çalışmaya giderken neleri kontrol ediyorduk ki diye check list şeklindeki paspaslari getirdim gözümün önüne.
Cüzdan, anahtar ve telefonu yanımıza almadan çıkmıyorduk ıssız adadan, hatırladım.
Asansörle değil de merdivenden indim, takdir ettim kendimi.
Ve beynime karışan ilk oksijenle ilk inovatif fikrim geldi: her gelene sevinip her gidene üzülen paspasların yüzü maskeli olanı!
Takmayı unuttuğum maskemi almak için geri dönerken henüz deneme süresindeki takdirime bir şans daha verip, merdivenden geri çıktım eve. Açtım maske kutumu. Senem'den aldığım maskeyi özel günlerde kullanırım diye takmadım yine. Burnu telsiz olanlar da ilk gün için özensiz kaçardı. Burnu telli olup, kendisi bez olan ama lastiği kulağa değil de enseye geçen smart causal bir tane takıp, çıktım.
Artık hazırdım kaç gün süreceği henüz açıklanmayan sokağa çıkma zorunluluğu günlerine.
Bir iki toplantıya katıldım, akşam trafiğinde yol üstündeki barlara, meyhanelere baktım. Erol Taş'ın kocaman bir butu ısırışındaki iştahla içiyorlardı. Beni ekmek için plan iptal oldu demişlerdi sanki de günlerdir takılıyorlardı böyle. Alacakları olsun eğer öyleyse.
Gerçi ektikleri de iyi olmuş sanki be. (Siz bu satırı montajda atın, Nihat Abiye ayıp olur yayını izlerse.)
Evim artık burnumda tütmekte idi. Tuzlu fındıkçı kapanmadan beni karşıya yetiştirecek bir vapur bulup atladım.
#hayatarafasığar
Alarm ötmeden bir uyandım, bir kere alarmda, son olarak da alarmdan biraz sonra.
Tıraş makinemin üretim çarkları döndü önce. Birkaç gün önce kesilebilir hale getirdiğim sakallarımı kestim. Medeni dünyada istenmeyen tüyler var. Bir önceki çağın istenmeyen berberlerinin aksine.
Bulmuşken tıraş olmamış halimi aramasınlar bir de.
Ne giysem diye önce bir gardroba baktım. Sonra bir de camdan dışarı. Pek emin olamadım. Kışlık bir gömlek, baharlık bir pantolon, yazlık bir ayakkabı giydim. Fındık ve bira almaya değil de çalışmaya giderken neleri kontrol ediyorduk ki diye check list şeklindeki paspaslari getirdim gözümün önüne.
Cüzdan, anahtar ve telefonu yanımıza almadan çıkmıyorduk ıssız adadan, hatırladım.
Asansörle değil de merdivenden indim, takdir ettim kendimi.
Ve beynime karışan ilk oksijenle ilk inovatif fikrim geldi: her gelene sevinip her gidene üzülen paspasların yüzü maskeli olanı!
Takmayı unuttuğum maskemi almak için geri dönerken henüz deneme süresindeki takdirime bir şans daha verip, merdivenden geri çıktım eve. Açtım maske kutumu. Senem'den aldığım maskeyi özel günlerde kullanırım diye takmadım yine. Burnu telsiz olanlar da ilk gün için özensiz kaçardı. Burnu telli olup, kendisi bez olan ama lastiği kulağa değil de enseye geçen smart causal bir tane takıp, çıktım.
Artık hazırdım kaç gün süreceği henüz açıklanmayan sokağa çıkma zorunluluğu günlerine.
Bir iki toplantıya katıldım, akşam trafiğinde yol üstündeki barlara, meyhanelere baktım. Erol Taş'ın kocaman bir butu ısırışındaki iştahla içiyorlardı. Beni ekmek için plan iptal oldu demişlerdi sanki de günlerdir takılıyorlardı böyle. Alacakları olsun eğer öyleyse.
Gerçi ektikleri de iyi olmuş sanki be. (Siz bu satırı montajda atın, Nihat Abiye ayıp olur yayını izlerse.)
Evim artık burnumda tütmekte idi. Tuzlu fındıkçı kapanmadan beni karşıya yetiştirecek bir vapur bulup atladım.
#hayatarafasığar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)