21 Mart 2020 Cumartesi

Karantina Günleri - III

Ellerimi ovuşturduğumda ellerimin arasında parşömen kağıdı var gibi hışırtı duyuluyor artık kuruluktan.

Hastalığa kapıldığımda keşke diyeceğim şeyleri sayabilirim iyi kötü sanırım. Ama eğer kurtulursam, tedbirlerin hangi biri sayesinde olduğunu anlamam mümkün olmayacak asla. Son olarak 19 şişe tonik aldım, tonik faydalı dediler diye. Normal şekilde kullanmaya kalksan onları, vergi şampiyonu olacak kadar cin almak gerekir yanına.


Tahin pekmezin tahini, cin toniğin cinine tekabül ediyor elimdeki son tarif.
Panama'nın da pan'ı!

En son bizzat Dünya Sağlık Örgütü'yle de yazışmaya başladık WhatsApp'ta. 1 yazıp yollayınca anında ölü sayısı geliyor, 9'a basınca en komik tweetlerin ekran görüntüsü...

İnsanlar birbirlerine whatsapp mesajı değil, mesaja verilen cevapları yolluyor artık. Yazılı tedavi de böyle demek ki, replik düplik, delil toplama aşamaları zaman alıyor biraz.

Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan şu günlerde ayrı ayrı olun diyorlar. Olur mu, olmuyor tabi. İlk önce bara giden gençler için önlem alan hükumet, barcı pavyoncu gençlikle uğraşmaktan kurtulunca baktı ki ihtiyarlar parklarda bahçelerde buluşuyorlar. Önce parkı bahçeyi çekmeyi denediler altlarından, baktılar o da olmuyor, hadi eve dediler umreye gitmeyecek kadar gavur, bara gitmeyecek kadar mümin amca teyzelere.

Eve gidiyoruz diye berbere kuaföre gitmesinler diye oralar da kapatıldı.

Tıbbi hiç bir şey yapılmıyor mu dediğinizi duyar gibi oluyorum, bana değildir diye üzerime alınmıyorum.

Yine de söyleyeyim dursun kenarda:
Doktorları alkışlıyoruz.
Sadece biz alkışlıyorduk.
Kamulaştırma yapıldı, reis de alkışlıyor.







18 Mart 2020 Çarşamba

Karantina günleri - II


Üçüncü günde dışarı çıkmam gerekti. Evimin kapısından sokağa doğru adım atarken, sanki bir uçağın kapısından, ilk defa geldiğim bir ülkenin havalimanına iner gibi heyecanla indim. Yeni bir ülke...
Bir yandan evden çıkıyor olmamın bir cehalet mi, cesaret mi olduğunu sorgulayarak.

Ana!
Dışarıda hayat devam ediyor ya la!
iş merkezi otoparklarında yer yok, düşün.

Çok iyi geldi, insanları, güneşi görmek. En son ne zaman geçtim buralardan diye kendime sorduğumda, "düün" diye dalga geçer gibi cevap vermesi kendimin bana, bozamadı moralimi.

Senemlerin büroya gittim, iyisinden olan maskelerinden bir tanesini bana verecekti sağ olsun.

Hapşırırsam kullanacağım tek kullanımlık mendilimi, nasıl olsa mendil yoksa dirsek içine de hapşırılabiliniyormuş diye asansörün kapısını açmak ve düğmesine basmak için kullandım. Mendili ne kadar tek kullanacağımı tam bilmediğimden asansörden inmek için kapısını açarken ve zile basarken de kullandım.
Senem poşete koyduğu elindeki maskeyi sanki gaita testi için dışkı verir gibi, poşetin ucundan parmaklarının ucuyla asgari düzeyde poşete dokunarak, elini uzatabildiği kadar uzatıp olabildiğince geride durarak, onu istediğim için bir daha benimle konuşmayacak gibi yüzünü yüzümden aksi yöne çevirip tavana doğru bakarak verdi bana maskeyi.

Ben de çöpten aldığı ekmeği hiç bakmadan iştahla yiyebilen aç çocuk gibi, hemen avuçlayıp çantama koydum.

Alışverişi güvenle tamamladıktan sonra kapı ağzında uygun mesafeyi koyarak aramıza, sıcak sohbetimize başladık. Mesut gelip kolonya ikram etti, herkese vermiyoruz diyerek. Annemin bayramlarda gelen köy çocuklarına çikolata ikram ettiğinde, harçlık alamadığı için hayal kırıklığı yaşayan çocuklara, bu iyi çikolata, diğer aldığınız şekerlerden değil diye yaptığı açıklamalar geldi aklıma.

WhatsApp'ta konuştuğumuz konuların üzerinden bir kere de yüz yüze geçtik. Yahu içeri girse miydin keşke, yok yok böyle iyi kısımlarını saymazsak.

Neticede iyi bir maskem var artık. Hasta olana kadar kullanmama gerek yokmuş. Hasta olursam görüştüğüm başkalarına bulaştırmamam için iyiymiş. Gerçi hasta olunca kimseyle görüşmemem gerekiyormuş. Zaten de karantina.... Onu bunu bilmem, makarna istifinden çok daha kıyak bir yere koydum evde maskemi. Sağ ol Senem.

Sonra birkaç saat ofiste kalıp çalıştık. Onlarca firma, binlerce işçisi ile çalışmaya devam ediyor aynı şekilde. Şimdilik başka türlü çalışalım diyenler bir yanda, bir yanda da buraya kadarmış zaten her şey diyenler.

Ofisten çıkıp hızlıca eve gelmek üzere asansöre binip aynı tek kullanımlık mendilimle sıfıra bastım. Plazanın lobisinde cumhurbaşkanını canlı yayında görünce ışık görmüş tavşan gibi çakılı kaldım orada dakikalarca.

Reis o an 8 sene önce 8 gün tedavülde kalan "artiz ne arar la bazarda" videosunu henüz izleyip, Facebook'tan paylaşan enişteler gibiydi. Yandaşlar gibi kahkaha emojisi koyamazdım buna ama bir "like" vermezsem de bunun hesabı sorulabilirdi.

En iyisi gece olsun da Sağlık Bakanını bekleyeyim ben dedim.

Hani resmi plakalı bir araç ve ambulans bir gariban evine yanaşınca şehit haberi demektir ya bu.. Sağlık Bakanının TV'ye çıkışı da öyle.
Fakat bu kez şimdiye kadar asla anlamadığım ve şaşırdığım bir şeyi anlamaya başlıyorum sanırım.
Şehit 30 diyorlar ama 100'den aşağı değildircilerdenken, bakan 30 diyorsa 30'durcular tarafına geçtim. Ateşin içindeyken ona inanmak çok daha konforluymuş. 
Bir ciğerim daha olsa onu da gönderirim koronanın ortasına bu vatan için diyecek bir adam çıkartabilirdi hükumet benden.

Bakanı bekleyemeden uyuyakalmasaydım eğer. 

17 Mart 2020 Salı

Karantina Günlüğü -I-


1
İşte geldi galiba o meşhur "yalnızlık şimdi iyi güzel de, bunun daha yaşlılığı, hastalığı var" günleri.

Tek başıma girdim eve, ne zaman, nasıl çıkacağımı bilmeyerek.
Normal bir ev yaşantım olmadığı için, evin normal ihtiyaçlarını da tam bilmiyorum. Bu halden, ohal'e geçmek epey mesafe sanırım. Ama hak hukuk tanımaz bir kestirmeliği de var tabi bu halin de her o hal gibi.

Marketler 3 gün açık kalacakmış diye 30 dakika sonra yalanlanan haberi okumamdan 3 dakika sonra markette idim. Kahvaltılık bir şeyler aldım. Sabah saatiydi diye o geldi sanırım aklıma. O sırada kasaya tuvalet kağıdıyla yürüyen birisini görünce, asıl kıymetli şeyin o olduğuna dair bilgilerim canlandı birden, bir de ondan aldım.
Aldığım şeyleri eve getirdiğimde tuvalet kağıdımın ne kadar çok olduğunu hatırladım. Diğer bir sürü şey(!) de buzdolabının bir köşesine sığışıverdi.
Akşamüstü sabahki haber yalanlanalı çok olmuştu ama yeni haber gerçekti: ne zamana kadar olduğunu bilmeden artık evden çalışacaktık.
Mütemadiyen "aman az ver, artıp ziyan olmasın" diyerek rakı mezesi aldığım şarküteriye gittim. Çiğ halini ilk defa gördüğüm yeşil mercimekten yarım kilo, kırmızısını bir defa kullandığım kırmızı mercimekten de 1 kilo ile başladım siparişe..
Abi seni hiç böyle görmedim dedi, şarküteri sahibi Haluk. İnan ben de görmedim, dedim.

26 ay önce kullanılmış olarak aldığım tüpte ne kadar gaz var bilmiyorum. Bir bak, ağırlığından anlarsın dediler. Bence ağır... Anlarsın değil de hissedersin demek istediler belki de.

.....

2
Ikinci güne öz bakımımı yapabileceğime dair inançla uyandım. İki haftada bir gelen (ki bu periyot bazen benim eve uğramamdan daha sık olabiliyor) Arzu Abla değiştirirdi havluları vs.
Arzu Abla gelmeden - ki ne zaman görüşürüz bir daha bilmiyoruz--havluları değiştirdim. İnsanların evindeki gibi benim de evimde bir sepet havlu vardı.. Demek bunun içindi, demek hepiniz gizli karantinadaydiniz, yurtta mahsur umreciler sizi!

Tüpçünün numarasını bulacağım önce, sonra taksi durağının. Bisikleti de kontrol edeceğim, bir yere gitmem gerekirse, gerektiğinde bire yere gidecek hal oluyor mu bilmiyorum ama...

...
2,5
Şarküteri bana tarhana verdi, çorba yaparsın diye. Geniş, ferah dolabımda ona uygun yer ararken tıpkı ona benzeyen bir şey daha gördüm. Ondan emin olmadığım için, yeni aldığımdan başladım.
İlk tarhana çorbam pişiyor. 6 su bardağı suya 1 çay bardağı tarhana koy yazıyordu. Yarı ölçü yapıyorum.
Biraz koyu oldu gibi.
Ya normal bir çay bardağı almam gerekiyor, ya da ajda bardağın su bardağına ve çay bardağına oranını öğrenmem..

...
3'e doğru

Bu kadar tuvalet kağıdını tüketmeye yetecek kadar yiyecek stoğum yok sanki, üstelik sokağa çıkma yasağı da gündemde. Tuvalet kağıtlarının bir kısmını elden çıkarmak da beklenebilirdi benden aslında ama nasıl olduysa ilave gıda almayı tercih ettim dengeyi sağlamak için.

İlk iki öğünü atlatınca anladım, poşette durduğu gibi durmuyormuş market alışverişi. Nar değilmiş çarşıdan aldım bir tanenin cevabı da. Koskoca bir gün geçti, yarım çay bardağı tarhana eksildi sadece neredeyse. Yine tuvalet kağıdı eksik kalabilir işin sonunda.

Gerçi insanlık da çözememiş bu denge kurma işini. Bir çay bardağı tarhana ile gün geçebilirken açlıktan öldü insanlar, kolonya dökmeye, maske takmaya sıra gelmeden.

Açlık riskim yoksa başka ne derdim var acaba, göreceğiz... Açlık riski yokken de yemeden içmeden başka derdimin olmaması daha da derinleştiyor bu soruyu.

Üç beş whatsapp grubunda konuşulanlari gözümden geçirdim bugün. Herkes virüsten konuşuyor gibi ama herkes başka yerden bakıyor. Dün neye nereden bakıyorsa aynı yere, ilave virüsle. Demek ki ölüm göz göre göre gelse de çok da fark etmeyecek ilk gün, son gün. İnsanın "şimdiki aklı", yerel saat gibi, hissedilen sıcaklık gibi bir şey. Göstergelerden - sadece- bir nebze bağımsız.

Ben de aynı yerden bakıyorum işte: gene gırgır, şamata..

(Ölümle burun buruna değiliz gerçi, tanı vs yok. Olduğunda da daha fazla, farklı bir şey yapamayacağız sanırım ama)

Yarım kalan bir işim yok, bitirdiğimi hissettiğim, başladığımı bildiğim bir işim yok.

Dün de günüme anlam katmak için bir kitap okusam iyi olur diyordum, bugün de okuyamadım.

Ufuk açarak okuyacak bir kitap, keyif alarak izleyecek bir film bulma telaşına geldi dayandı yine iş.

Sınav zamanı ders çalışmaya başlamayı ötelemek için ortalığı toparlamak gibi bir kaçış sanki hepsi.

İsteyerek seçtiğin bir dersin kitabını okumaktan kaçmak gibi anlamsız.

Ortalıkta toplanması gereken şeyler gibiydi dışarıda içtiğim içkiler de belki de.

İlk sayfayı çevirdiğimde başlayacak rahatlama. İlk bölümü izlediğimde, ilk türküyü çaldığımda.

Beni yıka yazmaya çalışsan zorlanırsın camıma, o kadar az tozlu, az farklı aslında, aslıyla yansıması ömrümün. Daha "B" için bandırdığımda parmağımı, anladım.