15 Mayıs 2020 Cuma

fındık kabuğundan gemiler yapmak...

Kaç sene öncesine dair olduğunu şimdi hesaplayamadığım tespitime dair 10 sene önce yazdığım yazı, kendi iç yolculuğumda önemli bir yol tabelasıydı benim için.  Sonraki yıllarda olsa, yollarda bir tabela değil, navigasyonda bir uyarı olurdu belki. Olurdu ama bir deniz feneri yine de bana.

Hikaye yine pisboğazlığıma bağlanacak ama yapacak bir şey yok. Genetik kodum bozuk. Şimdi bana anlattırmayın ölmüş gitmiş Yaşar dayımın yemiş gitmiş olduğu yemekler için yürümüş gitmiş olduğu yolları falan.

Ben sonraları o kravatı "sorunlu" buldum. O neyse, o kravatın kendi sorunu.
Ama ben de kendimi o kravatta buldum. Ondan zaten, kravatın kendini bir yazıyla ebediyete intikal ettirebilmesi.

İnsanın rengi belli olmalıydı, bulunduğu ortama göre içindeki renklerden o renginin ortaya çıkması bir kaypaklık mı, kolpa mı, takiye mi, adını şimdi düşünüp bulamadığım, o dönem ise eminim adlandırmakla hiç uğraşmadığım bir "sorun"du.

Ben kimim, neyi severim, neyi savunurum. Bunu dert ettim kendime epey yıllar.
Üniversitedeki yıllarımda politik açıdan sürmüştü örneğin bu dert.
Yahu öbür taraf da şu açıdan haklı değil mi ama diye düşününce, renkliden ziyade lekeli bir kravat gibi hissediyordum kendimi.

Neyse...

------

Sonralarda bir ara da fark ettim ki, pek "karışık" yiyorum.

Kaşarlı pide canım çekiyor ama kıymalıda da aklım kalacak, ver siparişi: kaşarlı kıymalı.
Beyin çorbası istiyorum ama masadakiler tuzlama, işkembe falan söylüyor kendinden emin, yapıştır: bol beyinli karışık.

Bu "farkındalıkla" bir mücadeleye  giriştim uzunca süre. Ya kıymalı, ya kaşarlı söyleyecektim. Kişiliği oturmuş bir birey olmak bunu gerektirirdi.

Pideden, çorabadan soğudumdu yeminle.
Soğuk çorba ne kadar çekilmez bir şeyse, çorbaya soğuk olmak da o kadar çekilmez bir şeydir a dostlar. Vedat Milor sizleri esirgesin o virüsten.

Saldım kendimi sonra, niye var kardeşim bu menülerde bu karışıklar, herkesin mi kafası karışık yani diyerek.

.....

Gelişimimi tamamlamakta aceleci davranmayıp maymun kalsaydım, hayvanat bahçelerinin en popüleri olurdum.
Kaç puntoyla uyarı yazarlarsa yazsınlar, öyle bir mutluluk reaksiyonu verirdim ki bana kabuklu yemiş atanlara, kendilerini alıkoyamazlardı atıvermekten kuruyemişleri. Düşkünüm maymundan ziyade ayı gibi kuruyemişe. (İzmirlilerin gevrek gibi hassas olduğu bir hikaye bu da, yemiş değil he: çerez!)

Medeniyet, kabuklu kuruyemişlerin kabuksuz formlarının icadı, refah onlara erişebilmek, eşitlik ise herkesin erişebilmesidir benim için.

Çerezler içinde favorim uzunca yıllar bademdi. Kabuksuz kavrulmuş bademi ilk görmem ve tatmam, 90'lı yılların başıydı. Bir yılbaşında ilçemizdeki banka müdürünün evine davetliydik. O akşam Yonca Evcimik çıkacaktı. Badem daha önce çıkmıştı, gölgede kalmıştı Yonca benim için.

Büyüyüp kendi başıma çerez alabildiğim zamanlarda da hep "karışık" çerez aldım, ama badem de koydurdum.

Hayatımın bu son döneminde, (belki de bu, son dönemidir zaten, kim bilir) tuzlu kavrulmuş kabuksuz fındığa taktım(!). Karmaşıklığı azalmış karışık çerezlerime, ona erişme imkanım varsa ondan da koyduruyor(d)um mutlaka. En son birkaç haftadır ise sadece kabuksuz çifte kavrulmuş tuzlu fındık almak için maske falan takıp çıkıyorum evden.

Bu sabah da çıktım. Ne yapıyorum ben, iyice takıntılı oldum deyip, almayıp döndüm.
Akşamüstü tekrar çıktım. Karar vererek değil ama, kararının arkasında duramayarak.

Demin son fındığı yerken terkar düşündüm de: olmuşum işte tek renk kravat, daha niye leke arıyorum ki kendimde!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder