Hani Vizontele'de Deli Emin televizyonu duyunca "radyonun resimlisidir, şerefsizim benim aklıma gelmişti!" der ya... İşte öyle bilimsel şeyler pek gelmedi benim aklıma aslında.
En çok hayranlık duyduğum icat, elektrikli battaniye olmuştu benim. En çok onun mucidine dua ettim sanırım hayatımda.
"Karda donmak üzeresin, uyumak tatlı geliyor ama sen, öldüğünün farkında değilsin" diyor ya hani bir başka filmde de. Farkındaydım ben. (Zaten de Issız Adam henüz çekilmemişti o zaman. Havuçlu keki de Issız Adam değil, sadece Elife Teyze güzel yapardı. Annemin tarif defterinde "Elife'nin keki" diye yazardı o, havuçlu kek diye değil.) Uyumak tatlı gelirdi ama o yatağa girişin tatlı bir uykuya değil, donarak ölüşe gideceğini sanarak o tatlı uykudan kaçmaya çalıştığımız yıllardaydı elektrikli battaniyenin tek odasında soba yanan evlerimize girişi.
O sıcak karşılayış sizi ölüme de götürürse götürsündü. Ayağımı yorganıma göre uzatırsam şayet, ayaklarımın bir kısmı yatağın soğuğuna denk gelirdi. Cenin pozisyonu almak sizi depremden ne kadar korur bilemem ama beni elektrikli battaniyenin sıcak kollarına sığdırırdı.
Dua ederek uyurdum çocukken hep. Yok yok, az sonra donarak öleceğim diye son dileklerimi sıraladığım dualarım olmazdı onlar. Gerçekten birilerinin iyiliği için olacağını sandığım ama bana huzur verdiğinden emin olduğum dualardı. İçinde yaşamayanlardan peygamberin, Atarürk'ün ve dedemin geçtiği dualarıma en içten şekilde, hayatta olup olmadığını bilmediğim elektrikli battaniyenin mucidini de ekledim. (Ne ölmüş olacaktı ki, olsa olsa gelecekten olabilirdi gerçi o.)
----
Uzaya gidenlerle bilgisayarı icat edenler neyse de, elektrikli battaniyeyi icat edebilen bilim insanları başka şeyleri de yapabilirdi. Bunu fark etmiştim.
Benim bilim insanlarından tek beklentim olan, gelecekteki hayatımda olmasını hayal ettiğim, yapılabileceğine inandığım tek şey (tek deyip duruyorum ama çift olarak düşündüm onları hep, bir çift çorabın sağ teki ile sol teki gibi.) (Bilal sen okuyorsan ikinci örnek de vereyim: iki eldivenin her bir teki gibi) sessizlik sesi ve siyah ışıktı. Teybe bir kaset koyacaksın, teybin sesini ne kadar açarsan ortamdaki sesi o kadar soğuracak. Öyle ki sonuna kadar açarsan o kaset varken teybin sesini, odadaki iki kişi birbirini duyamayacak.
Bir de siyah ampul olacak, sonuna kadar açınca zifiri karanlık olacak her yer.
----
6-7 yıl önce bir güneş gözlüğü beğendim. Hiç ihtiyacım yoktu ama pek de beğenmiştim. Onu beğendikten ama henüz almadıktan sonra bir yurt dışı seyahatim olmuştu. (Bir yurt dışı diyorum ama birden çok yurdun dışı idi.) (Bilal sen hala buradaysan: bir diş fırçası derken, 32 dişin birden fırçasının ifade ediliği gibi de düşünebilirsin sen.) Her geçtiğimiz ülkede sordum zaten ihtiyacım olmayan o gözlüğü bari daha ucuz bulur muyum diye. Bulamadım. Dönünce aldım. Bir de numaralı cam yaptırdım ona, bozuk gözüme göre. Fakat orijinal camının dışarıyı gösterdiği renkleri o kadar beğendim ki, gözlüğü kendi camıyla kullanmaya karar verdim. Yaptırdığım numaralı camlar ziyan olmasın diye de ne yazık ki resim değil çerçeve aradım o sıra.
----
Okşan ziyaretime gelmişti yanıma. Civardaki en sevdiğim yerleri hızlıca göstermek istiyordum ona. Buralara ilk geldiğimden beri hasbelkader girdiğim Gülbahçe-Karaburun yolu sadece bu civarın değil, memleketin en sevdiğim yeri, yanı olmuştu benim için. (hâlâ da öyledir) Okşan'ı da o yoldan geçirmek, Karaburun'a götürmek istedim. Ben bir yandan o virajlı yolda araba kullanırken, bir yandan da manzaraya bakıyordum göz ucuyla. Ne kadar güzel değil mi, bembeyaz köpük, masmavi deniz, yemyeşil ağaçlar falan diye ben içimdeki coşkuya destek arıyorum. Sağda oturup manzaraya doya doya bakabilen Okşan ise "hıı, gerçekten güzelmiş abi" diyor. İçten içe, lan bu tepki için buralara gelmeye ne gerek vardı, Mavişehir'in bataklığında da der bunu Ankara'dan gelen biri diyordum.
Ben bir ara terleyip gözlüğü çıkardım. O sırada Okşan alıp taktı gözlüğü. Allah belanı versin abi, bana niye baştan göstermedin bu manzarayı dedi. İyi ki bu parkuru seçmişim rehber olarak diyebildim sonunda neyse ki. Bonus olarak gözlüğü de gereksiz yere almamla ilgili vicdan azabım son buldu. Yetmezmiş gibi, olaylara başkasının gözüyle bakmak ile ifade edilmeye çalışan şey hakkında da bir fikrim, tahminim oldu.
----
Pandemi öncesinde bizler ofislerimizde çalışırken, masa başı işi olmayan birileri de İzmir'in en yüksek binasını dikmek için çalışıyorlardı, bizim ofisin hemen yanı başında. Benim beyaz yakama toz gelmiyordu o mavi yakalıların çalışmalarından ama sesleri sıkıyordu canımı. O seslere bir çare ararken öğrendim:
Bulmuş Deli Eminler "o"nu, adını da televizyon değil "noise cancelling" koymuşlar. Dışarıdaki gürültünün frekansını dinleyip aksi yönde frekans üreten bir teknolojiyle donatılmış kulaklıklar varmış. Müthiş gerçekten. Düğmeye basıyorsun, duymak istemediğin her ses yok oluyor. Hatta duyduğunu fark etmediğin, susunca duymamak istediğini fark ettiklerini de.
----
Erol Evgin'in bir konserini dinliyorum şimdi yeni kulaklığımla, hayranlıkla. Sahnede kaç ayrı kişi görüyorsam o kadar ayrı ses duyuyorum.
Bu güzellikten mahrum kalmasın sevdiklerim diye paylaşayazdım videoyu. O an aklıma geldi, kulağımdaki kulaklık, denizin köpüğünü kloraklanmış gibi beyaz gösteren gözlüğüm gibi bir şeydi, sonra üç beş "layk" bile gelmeyince zoruma gidecekti.
Neyse ben sefamı süreyim. İyi ki almışım kulaklığı da.
Darısı çorabın diğer tekine. Panjuru indirmeden odayı karartan ampul de icat edilir belki.
Hâlâ gitmediyse bu arkadaş atlayabilir şimdi hemen, babamın partisi var ya diye. Şakacı çocuk.
Benim dediğim karanlığı gerçekten vadeden ve sadece odaları karartan bir ampul. 💡
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder