Adana'ya taşınalı çok olmamıştı... Burnumuzun dibindeki Bahçe burnumuzda tütmeye başlamamıştı bile. O kadar yeniydik yani.
Yıllar sonra Ankara'da yıllarca Köylüler Sokak'ta yaşamam gibi tutarlıydı bu da: taşradan gelmiştik, Adana'nın en taşrasını seçmiştik. 100. Yıl'da oturuyorduk.
İki kapağı bir odaya, iki kapağı diğer odaya açılan bir gardropla bölünerek iki odaya dönüşmüş bir odayı paylaşıyorduk kardeşler. Fonksyonellik bu kadarla da bitmiyor; benim oda oturma odası da olabiliyordu.
Çok çok mutlu günler olarak kalmamış aklımda o günler. Ama evle hiç ilgisi yoktu bunun. Bahçe'yi özlüyordum, özlüyorduk. Sebebi buydu.
Anam tutturdu yeni bir ev alalım diye. Ben itiraz ettim; bu evden fazlası fazla gelir bize, iyi böyle diye. Bu itirazımı şimdi hatırlayan yoktur. Ama bunun da hafızayla ilgisi yok. O zaman duymamışlardır çünkü.
Neyse, uzatamayalım...
Efendime söyliyeyim; bir ev bulduk. Çok sağlam bir müteahhitten, gayet güzel, manzaralı bir ev. Eli kulağında, bitti bitecek. Natamam desen, ya tamam işte, diye itiraz edilir. Biz çok sağlam müteahhide oturduğumuz evi vereceğiz, o evin ederi kadar da para vereceğiz, birkaç hafta içinde de yeni eve yerleşeceğiz.
Vereceğiz dedik, verdik. Bizim konut projesinde 10bin peşin de yoktu. Evi devrettik, ayrıyetten verdiğimiz evin ederi kadar da parayı (ki kendisi annemin emekli ikramiyesiydi) ödedik.
Bizim yeni ev tamamlanmadan, bizim müteahhide verdiğimiz evi müteahhit iyi niyetli üçüncü kişi C'ye satmıştı.("Ü" değil, "C" idi.) Bizim yeni ev bitmemişti ama aynı müteahhitten ev alan C'nin evi bitmişti. C bitmiş evine taşınmak için diğer evlerin bitmesini beklemeyi gereksiz bulmuş olacak ki, bu muhtemel saikle, ruhsatlı olup olmadığı bilinmeyen silahını göstererek, mülkiyeti kendisinde zilliyedi bizde olan evi tahliye etmemezi istedi. Biz de silah belki ruhsatsızdır diye düşünerek, apar topar taşındık, mülkiyeti iyi niyetli üçüncü kişi C'ye ait olan taşınmazdan.
Biz de ne eski evimiz, ne de yeni evimiz olan iyi niyetli 3. bir eve taşındık, geçici bir süreliğine. Bu sırada taşınmazın bağımsız bölümlerinden bize özgülenmiş olanla ilgilendik; apartmandan bağımsız olarak tamamlandı bizim daire. Natamam apartmanda mukim birkaç komşumuzla yaşarken, bir yandan da apartmanın ortak kullanım alanlarının ve diğer bağımsız bölümlerinin tamamlanmasını izliyorduk.
Günlerden bir gün müteahhit sırra kadem bastı. O zamana kadar apartmanın, daha doğrusu inşaatın elektriğini kullanıyorduk. Müteahidin peşi sıra, bir gün elektrik de sırra kadem bastı. O elektriğin dönüşü 1 yılı buldu, bizimkilerin halen oturduğu apartman hala natamam...
Biz de o bir yılda elektriksiz yaşama konusunda kıdem bastık.
Elektrik neyse de, asıl susuz yaşanmaz diyen empatiseverlere de şunu belirtmek isterim ki; hidrofor denen ve suyun yukarı çıkmasını sağlayan zımbırtı da elektrikle çalıştığından tüm şehir suyla ilişkisini kestiğinde çıkardı su bize; geceleri depolardık!
Yarın birgün bir çocuğa "siz yeni nesil çok şanslısınız, bizim zamanımızda elektrik yoktu, mum ışığında ders çalışırdık biz" diyebilmek çok büyük bir şans. Bardağın dolu yanında, bir tek bunu diyebilmek yok tabi. Biz ailecek birbirimizi en çok o yıl tanıdık örneğin. Çocukken de severdim elektriğin kesildiği akşamları, tüme varınca sevdim o yılı da.
O yıl elektrik olsaydı (ya da tv mumla çalışsaydı) ben zor kazanırdım üniversiteyi...
Dershaneden çıkınca, üstüne bir de 8 kat çıkınca dersten kaçacak yer kalmazdı! :)
Tv mumla çalışmıyordu ama pilli radyo dinlenebiliyordu pille. O yıllarda Beyaz Show Radyo D'de yayınlanırdı. Bir kaset var hala elimde, bizim de katıldığımız yayınların kayıtlı olduğu.
Bizim kızlar çoktan seçerek aşık olmadıydı yani Beyaz'a. :)
Yeni Yüzyıl gazetesi vardı bir de. Günlük gazete okumam da o zamana denk gelir.
Bir de daha dik dururum o günlerden sonra... Kafasında kitapla mankenliğe çalışanlar gibi çalıştım ben üniversite sınavına. Oynamayı öğrenen bir ayı gibi de denebilir buna. Uykun gelir de, biraz başın düşerse öne, mum ışığından yanan saçlarının çıtırtısına uyanmayı tecrübe ediyorsun çünkü bir kere.
Saçın gitmesinden geçtim, çok da pis kokar saç yanığı!
İşte o yıldan bazı notlar:
Aygaz'a gaz
Tüpçüler, sucular sadece bir kez servis yapardı bize. İlk seferde verirdik siparişi, gelirdi. İkincisinde "Abi o yeşil apartman mı? Oraya servisimiz yok! Ama isterseniz apartman girişinde teslimat yapabiliriz" derlerdi. Biz de her seferinde yeni bir bayiye sipariş verirdik. Yine de az taşımadım...
Tavşan kanı
Kulakları çınlasın, anamın çayları pek kötü olur. Bir akşam tv karşısında sohbet ederken kendi prime time'mızda, annem geldi elinde çay tepsisiyle... Babam, "hanım, bu karanlıkta bile rengi güzel; el yordamın göz kararından iyiymiş" dedi... İlk yudumunda babamın yüz ifadesi de çayın rengi gibi gayet net seçiliyordu mum ışığında! Annem o akşam pul biber demlemişti bize. Bizim evin ilk acisso'su da oydu, günlerce kullanıldı yemeklerde.
Dün nerdeydiniz
O zamanın popüler puştlarından Tunga: "İbrahim amca dün akşam size geldik, ışıklarınızın yanmadığını görünce, gezmedesiniz sanıp geri döndük."
Bir dakika aydınlık için neler vermezdik
O yıl Susurluk kazası olmuştu ve "Sürekli aydınlık icin bir dakika karanlık kampanyası" vardı. Biz o kampanyaya balkona çıkıp lüksün gazını açıp kısarak katılmıştık.
Pilin ömrü önemli
Yahya Abide görmüştüm ben ilk cep telefonunu. Ericsonn 337! Bize misafir gelmişti... Bu cep telefonu ne güzel bir şey demiştim, gece karanlık merdivenlerden çıkarken, telefonun ekranının ışığından faydalanılabileceğini görünce.
Bilen bilir, 337'lerde deşarj modu vardı. Pilin ömrü uzasın diye, tam deşarj edilip sonrasında şarj edilebiliyordu. Bizim artiz telefonunu deşarj etmiş, priz nerde, göremiyorum karanlıkta diye sorduğunda, susmuştum saygımdan!
Ertesi gün dersaneye götürmüştüm telefonu şarj etmek için... Pek havalı olmuştu, sebebini bilmeyenler için... Eve dönerken çalmıştı telefon. Ben yes tuşuna basmama rağmen niye karşı tarafın sesi gelmiyor diye düşünürken, "çocuğa bak, cep telefonu var, belediye otobüsüne biniyor" diye kınanıyordum bazı yolcular tarafından. Çalan telefonun önümde oturan kişiye ait olduğunu farkedince, kınanan ben olmadığım için çok rahatlamıştım!
Ayna gibi
Biz televizyon yayınlarını izleyemiyorduk ama, televizyon yayınlarına çıkabiliyorduk. Kanal A mıydı, Metro TV mi, Tempo Tv mi, hangisiydi hatırlamıyorum ama bir yerel kanalda canlı yayına çıkmıştık, maaile, tüm kuzenler. ÖSS'den iki hafta önceydi.
Ben iki büyük korkuyla büyüdüm. Biri babamı kaybetmek, biri de gözümü kaybetmek. Bu kör olma korkusu sebebiyle de geceleri hep lambaların anahtar düğmelerine bakardım, teyit amaçlı. Onlar fosforlu olur, gece karanlıkta da görülürlerdi.
Korktuğum başıma, işte tam da o yayının gecesinde gelmişti. Kör olmuştum. Hem de tek sıkıntı göremiyor olmak değil, hiç hesaba katmadığım bir de acı vardı üstelik. Artık gündüzleri de göremeyecektim. Benim için kör olmak "aklıma gelmeyen başıma geldi" durumu olmadığından, farklı düşüncelere gark olmuştum. Gaipten bir ağlama sesleri duyuyordum. Galiba artık rüyaya dalmıştım da, bizimkiler bana ağlıyordu....
Ana! rüya değilmiş ya la! Kardeşim ve o gece bizde kalan arkadaşı Açelya'ymış ağlayanlar... Niye mi ağlıyorlardı: Kör olduk diye...
Babam üçümüzü de hastaneye götürdü. O gece merdivenlerden inerken, "ulen hadi asansör yok, bari elektrik olaydı, hadi elektrik yok, bari merdivenler düzgün olaydı" demedim ilk defa. Elektrik olsa da görmemize faydası yoktu artık.
O gece, "Arzu dikkatli in, düşme" dediğimde, "Uygar abi, ben Arzu değil, Açelya'yım" tepkisine "karanlıktan seçemedim" diye cevap vermem ise, hayatı tiye almanın bokunu çıkarabileceğimin resmi olarak kaldı hafızalarda.
Hastaneye gittiğimizde, evimizde gibi hissettirdiler bize kendimizi... Zira bizimle aynı yayına katılan kuzen ve arkadaşların bir kısmı gittiğimizde zaten ordaydı, geri kalanı da az sonra gelmişti kör gözleriyle...
Meğerse, canlı yayında filtresiz spot kullanmışlar, onun için gelmiş tüm bunlar başımıza.
Kanalı başlarına yıkıyorduk az kalsın, deli isyanımızla... Olmadı.
Bir sonraki hafta da katıldık yayına, ama güneş gözlüklerimizle... Grup Ayna gibi...
Aramızda elektrik olsun diye anlattım işte...
ben elektrikli süpürgeyle evi süpüyordum elektrik kesildiğinde. geri gelir diye kaldırmadım, salonda kaldı öyle. dış ses şöyle dedi: "o an elektriğin bir yıl sonra geleceğini bilmiyordu".
YanıtlaSilbi de derste ne zaman hoca beni tahtaya kaldırsa, sınıftaki gevrekler "hocaaam okşanların evde elektrik kesikmiş" derlerdi:(
YanıtlaSilsizin sınıf pek şakacıymış ya. süper bi lise olmalı :)
YanıtlaSil