17 Ocak 2011 Pazartesi

nayır! nolamaz! böyle mizah nolmaz nolsun!

Bereketli bir insanımdır. Gittiğim yer bereketlenir.

Sektöründe öncü bir firmada (!) çalışmaya henüz başlamıştım ki sahte rakı olayları patlak verdi.

Gazetelerde her gün başka bir haber: burada 3 kişi öldü, orada 5 kişi kör oldu...

Akabinde peş peşe açılan davalar...

Sahte rakı olaylarının en büyüğünün, en vahiminin ilk duruşması yapılacaktı o gün, ağır ceza mahkemesinde. Mahkeme ağır ceza mahkemesi ama duruşma salonunu evinizde oturma odası yapamazsınız. Zira oturmak imkansız, o derece küçük.

Salon küçük, dosya büyük... Onlarca mağdur, onlarca sanık, onlarca avukat… Değil bizim salon, tüm adliye tıklım tıklım… Bir yanda jandarmanın etten duvarının arkasındaki tutuklu sanıklar, bir yanda tutuksuz sanıklar, bir tarafta müştekiler, mağdurlar, öte yanda avukatlar… Polis grupların birbirine karışmasını önlemeye çalışırken, mübaşir ve katipler de ellerinde birer kağıt, duruşmayı bekleyenlerin listesini hazırlıyor. Böylelikle duruşma zaptının bir kısmı duruşma başlamadan önce hazırlanacak, nispeten daha çabuk tamamlanacaktı duruşma.

Dışarıda öylece duruşmamız bitti ve duruşmanın başladığına dair uğultu duyuldu. Sanki salonda birkaç beraat, birkaç da mahkumiyet kararı var da, ilk girenler istediği karardan alabilecek! Öyle bir izdiham var kapıda.

İçerisi hemen dolmuştu ama dışarısı boşalmamıştı. Ben içerdeydim desem yalan, dışarıdaydım desem yalan olurdu… Tam kapının eşiğindeyim.

Mahkeme başkanı olan hakime hanım içeri girdiğinde yüzü bir anda kıpkırmızı olmuştu. O kilodaki(!) bir kadının yüzünün kırmızı olması zaten normaldi ama kırmızı, hakime hanımın orijinal ten rengi değildi, içeri girince kızarmıştı.

Herkesin aynı anda salona sığamayacağı gerçeğiyle yüzleşildikten sonra, önce tutukluların salona alınmasına, sonra onların çıkarılıp (“içeri” sokulmasına), tutuksuzların peyderpey salona alınmasına karar verildi. Bu bir ara karar bile değildi, ama verilmişti.

Daha önceden hazırlanan listenin kontrolü bile uzunca bir zaman almış, kıçını koyacak, sırtını dayayacak yer bulabilenler vicdana gelmiş, diğerleriyle dönüşümlü olarak duruşmaya, oturuşmaya başlamışlardı.  

Akşam olmuştu ama mağdurların ve müştekilerin beyanlarının alınmasına da sıra gelmişti.

Birisi geliyor kocam öldü diyor, öbürü kör oldum diyor, biri geliyor biri gidiyor.

“Arkadaşımın beyanına katılıyorum” diyen bile vardı aynı hastanede tedavisi sürenlerden. Zira sahte rakıdan mağdur oldukları gibi bir de bu duruşmadan daha fazla mağdur olmak istemiyorlardı.

Yiğit Özgür’ün şu karikatürünü o an biliyor olsam, kesin gözümün önüne gelirdi:
Şimdi hakim bey… pardon hakimeanım, herkesin evinde renkli televizyon var” diye söze başlayınca bir mağdur; o an sıcaktan, havasızlıktan ve sair birçok şeyden mağdur olan hazırunun dikkati toplanıvermişti.
Reiste de bir merak uyandırmıştı bu giriş…
Mağdur: Biz de neticede işçiyiz, kazandığımız para belli… Ama çoluk çocuk anlar mı, konu komşuda gördüğünü istiyorlar…
Hakim: (Halâ merakının esiri...)
Mağdur: Epeydir tutturmuşlardı, baba bize de renkli televizyon alsana…
Hakim: (Halâ merak ediyor ama kendi merakı için, milletin çilesini uzatmak istemiyor.) Neyin var onu söyle, bak kaç kişi bekliyor…
Mağdur: Onu anlatıyorum hakim bey, pardon bacım, hakimeanım… bir kampanyaya girdik aldık bir televizyon…
Hakim: (Hikayenin uzayacağını hissediyor, yavaştan sinirlenerek) Sadede gel!
Mağdur: Anlatıyom işte efendim. Çocuklar çok sevindi… Ben de bunu arkadaşlarla kutlayayım dedim… Gittik meyhaneye
Hakim: Nerede içtin?
Mağdur: (Başıyla işaret ederek) Bu arkadaşlarlaydık işte… (…) Restoran’da…
Mağdur: Ben dedim bu rakının tadı bir tuhaf. (tutuklu sanıklardan olduğundan o an salonda olmayan garsona bakınarak) Çağırdım garsonu, “herkes içiyor işte, sana öyle geliyordur” dedi. Bana niye öyle gelsin? O gün benim ağzımın tadı yerinde olmaz mı? Çok da keyifliydim…
Hakim: (Artık iyice sinirlenerek) yahu sadede gel!
Mağdur: Neyse hakim bey, amaaan! Hanım, baktım arkadaşlar hakikaten içiyor, ben de içtim.
Hakim: (Pes etmiş vaziyette) eee
Mağdur: Oradan kalkıp eve gittim. Çocuklara, aldırana kadar başımın etini yediniz, açın bakim, bir de izleyeyim şu televizyonu dedim. Çocuklar “baba televizyon açık ya” diyince anladık ki, ben kör olmuşum hakimim!

Herkesin yüzünde, ifade edilmesi güç bir ifade!

Mağdur: O gece Vakıf Gureba’ya gittik, bir hafta yattım orada…
Hakim: Yahu adam, şimdi neyin var sen onu söylesene!
Mağdur: Vallahi savcı bey, pardon savcı hanım… ya hakemanım işte! Sizi “kabaca” görüyorum!

Bizim gibi görüyordu yani!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder