İstanbul'a geldik! (Buraya kadar anlaşılmayan bir husus var mı?) (Yaza yaza, okuyucuyla nasıl iletişim kuruluru da kaptım mı ne?)
Kıvanç efendi geldi Ankara'dan. Ama -henüz- temelli değil... Elini kolunu sallayarak, ev bakmaya geldi.
Kızalay'da Gima'nın önünde buluşma şansımız olmadığı için, Taksim'de Anıt'ın önünde buluştuk.
O gün ev bakacak, hatta tutacaktık. Ne taraftan baksak sorusuna cevap bulmak için, kendi etrafımızda 360 derece dönecek kadar vaktimiz yoktu. O anki görüş açımızın içinden bir yön seçtik. Hadi şuradan başlayalım diyerek, Gümüşsuyu'na yöneldik.
Ta ki Beşiktaş dolmuşlarının kalktığı, Çin Restoranının oraya kadar tek bir tane bile kiralık ev görememiştik. Ama tam da oraya gelmiştik ki, kısmetimiz göz kırpıyordu bize... Bir yanında bir otel, bir yanında bir harabe... İkisine de gelirim sizinle der gibiydi. Biz de ondan bir elektrik almıştık ilk anda.
Kapıcıyla görüştük. Kapıcı, Asım Bey ilgileniyor bu evle dedi. Asım Bey de bey yani! Cihangir'de küçük emlakçı dükkanı... Kirli sakallı, pis suratlı, hafif aksak, doğulu bir vatandaşımız. Asım Bey bir anda Asım Abi olmuştu bile bizim için...
Evi gezdiğimizde, biz kendimiz bir ev yaptırsak biz de böyle bir şey yaptırır, böyle de döşerdik zaten, dercesine baktık Kıvanç'la birbirimize.
Ev deniz de görüyordu iyi mi! Gittiğimizde biz de gördük çünkü denizi, evle, ondan biliyorum.
Kirası da limitlerimiz dahilindeydi. Gerçi ben biraz daha merkezî bir ev istiyordum ama, deniz görüyor diye o meydana kadar olan mesafeyi her gün yürümeyi göze almıştım. Kıvanç ise, İstanbul'la geçmişi benden daha fazla olduğundan mı, yoksa yer yön duygusu benim kadar kötü olmadığından mı bilmiyorum, evin olabilecek en merkezî yerde olduğunun bilincindeydi, ta o günlerden.
Biz, otopark var mı diyoruz; Asım Abimiz otopark ne ki, vale hizmeti de var bu apartmanda diyor.
Kapıcı var mı diyoruz; evet, evi de temizler hatta diyor...
Biz ne sorsak bir fazlası var yani!
Asım Abimize kaporayı verdik, o da bize, bizden eve taşınacağımız tarihe kadar geçecek 10 gün için kira almamayı bahşetti. Daha doğrusu öyle bir şeyden bahsetti.
......
Asım Abimize bir miktar daha para ödemek için gittiğimde, bir aksilik yok değil mi, diye sorduğumda, bu sorumun anlamsızlığıyla yüzleştirdi beni.
Daha sonrasında, abi bak pazartesi taşınıyoruz ha, değil mi diye aradığımda ise, ben de camları sildiriyorum zaten, cevabıyla daha da bir ezmişti beni.
.....
O sabah, Fatih'e akşam artık görüşemeyeceğimizi, her şey için teşekkür ettiğimi, bundan sonra kendisini kendi evimize bekledeğimi ve son olarak anahtarı nereye bırakacağımı belirterek çıktım evden.
Öğlen işyerinden izin aldım, sonra gelip Fatih'in evinden eşyalarımı aldım ve gittim Taksim'de Anıt'ın önüne.
Kıvanç'ın da benim de elimizde bavulumuz, sırtımızda yatağımız ve omuzumuzda sazımız/gitarımız yürüyorduk Asım Abimize doğru. Kıvanç'taki gitar, köyden inmediğimizin şehire, Başkent'ten geldiğimizin belgesiydi.
Asım Abimize, bizim gözü açık iki hukukçu olduğumuzu, çok da gözüne sokmadan hatırlatarak, şu kontratı da imzalasak dedik.
Asım Abimiz o iş kolay diyerek yüreğimize su serpti. Yalnız çocuklar, anahtarı sakın değiştirmeyin diye tenbihte bulundu bize anahtar teslim töreninde. Aynısından kapıcıda da olduğunu, anahtarı değiştirirsek evimizin temizliğinin yapılamayacağını da belirterek, ne kadar yerinde bir tenbihte bulunduğunu vurguladı.
İkinci husus, kontrat tek suret yapılacak, o suret de kendisinde kalacaktı. Ki bunun da tıpkı anahtar gibi çok mantıklı bir sebebi vardı.
Üçüncü ve son husus ise, ki, buna husus denmez, küçük bir detaydı, kontratı Asım Abiyle değil, Asım Abinin bu ev için birlikte çalışıtığı bir diğer dostuyla imzalayacaktık.
Sazlarımızı, denklerimizi, bavullarımızı Asım Abinin bir kısmı da çiçekçi olan ofisine bıraktık ve yürümeye başladık. Gümüşsuyu'nda bir başka binaya girdik. Kirli sakallı, pis suratlı, ayağı aksak, aksanı bozuk Asım'ın arkadaşı açacaktı kapıyı az sonra.
Kapı açıldığında koruma tipli bir adam, "Ednan Bey" kılıklı, canti, biryantinli saçları, viskisi ve purosuyla duran bir adamın yanına götürdü bizi.
Bu durumu çok yadırgamadık. Neticede biz de eli yüzü düzgün tiplerdik ve Asım bizim abimizdi. Arkadaşları da illa Asım gibi tipler olacak değildi ya.
Asım bizi, işte bahsettiğim arkadaşlar diyerek takdim etti. Ednan Bey kılıklı adam, ya Asım'ın bahislerini tam hatırlamadığından ya da teyit amaçlı, bize yine de bazı sorular sordu. Ne iş yapıyorsunuz ve benzeri sorular.
Son sorusu ise "ne tarafta oturuyorsunuz?" oldu. Bizi en çok zorlayan soru bu olmuştu. "Nasipse, kiraladığınız evde oturacağız işte" cevabımızdan sonra, Ednan Bey İstanbul beyefendiliğini de bozmadan, başladı Asım'a fırça kaymaya...
Biryantinli abinin, evi olmayana ev kiralamadığını, evin sadece garsoniyer amaçlı kullanım için uygun olduğunu çok da geç olmadan anlamıştık.
Ednan Bey kılıklı adam, Asım adına da bizden özür diledi ve kapıya kadar uğurladı bizi.
....
Kıvanç'la biz, başımızı çok da belaya sokmadan Asım'a kaptırdığımız parayı geri kurtarmamız ve bu üç kağıtçı heriften anında uzaklaşmamız gerektiği konusunda hemfikirdik.
Asım ise bir yandan Ednan Bey kılıklı adama bok atıyor, bir yandan da bizim kafamızı yormamamız gerektiğini, bize daha güzel ev bulacağını belirtiyordu. En kötü ihtamalde ise, kendisinin bizi zevkle misafir edebileceğini, evinin müsait olduğunu, yengemezin de bize yemek yapacağını belirtmekten kendini alıkoyamamıştı.
....
Asım'a artık bir kuruş daha para vermeyeceğimizden emindik ama verdiğimiz parayı geri alabilmek konusunda o kadar da kendimizden emin değildik. Bunun için, yine Asım'ın portföyünden bir ev beğenirsek, parayı bu yolla kurtarma ihtimalimizin daha yüksek olacağını düşünmüştük.
Asım portföy olarak bize tüm Cihangir'i sundu ve üçümüz yeniden yürümeye başladık. Bizim aklımızda şu vardı ama: Bulduğumuz yeni evin emlakçısıyla Asım, o ev için yine ortak iş yapıyor olacaktı, ve bizim ondaki paramız safdışı kalmayacaktı.
Yeni abimiz, Mahmut Abimizle işte o anda tanıştık.
Mahmut Abimizin evi deniz görmüyordu. Ayrıca ev Taskim'in neresinde kalıyordu hiç bir fikrim yoktu. Ama Asım'da misafir kalacak halimiz yoktu, Fatih'e de "kardeş ben geri geldim, hem de Kıvanç'la" demek istemiyordum. Mutlaka tutmalıydık bu evi.
Evin mutfağı, bakkalından daha uzaktı salona. Salondaki pencereden sesleniyorsun; Hasan, iki bira versene diye... Mutfağa gideyim, şişeleri daha sonra iade edeyim derdi yok. Artık içmeyecektim, bunu biliyordum ama, Mahmut Abimizin pazarlık sırasındaki ikramı olan Nescafe 3'ü 1 aradalar mutfaktan değil, doğrudan bakkaldan gelince, biranın da gelebileceğini öngörmüştüm.
Mahmut Abimiz Nuh diyor, 50 Lira fark için peygamberi söylemiyordu. Öldürücü darbe o anda Kıvanç'tan geldi: Bak ben de Birgün Gazetesi'nde çalışıyorum... (Sehpada duran ve Mahmut Abinin okuduğu Gündem Gazetesi'ni göstererek...) "sizin gazete 5 bin satıyor, bizimki 20 bin, 25 bin kişinin 3'ü burada"...
Bu darbe, anında öldürücü darbelerden değildi. "Hayatın ekonomik gerçekleri var, bu paraya ihtiyacım var benim" dedi Mahmut Abi ve bizi yolcu etti.
Sonra arkamızdan seslenip geri çağırdı bizi. Evi istediğimiz fiyattan vereyeceğini söyleyerek şartını ekledi: ben evimi emlakçıdan kiraya vermem. Onun için siz de Asım'a para vermeyeceksiniz, ben de vermeyeceğim.
Tamamdır Mahmut Abi dedik, tuttuk Kıvanç'ın hala oturmaya devam ettiği o evi.
Asım, hayırlı olsun dileklerini sundu, borcum borç dedi. Ama siz bana 30 Lira daha verin, yengenizi hastaneye götüreceğim; hepsini birden ödeyeyim size, diye yepyeni bir teklif daha sundu. Onunla da anlaştık...
Borcu, borç. Biliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder